On gündür Ortadoğu yine gazetelerin manşetlerinde, televizyon kanallarının flaş haberlerinde özlediği yerini alıyor ne yazık ki. Geçtiğimiz Haziran ayında İsrail ile Gazze’nin kontrolünü elinde bulunduran Hamas arasında imzalanan aksak ateşkesin sona ermesi ile, sataşmaların başlaması kimseyi şaşırtmamış olsa gerek. Gazze’den İsrail’in güney bölgesine atılan Kassam füzeleri filmin devamında hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor…
Hamas, 2006 yazında yaşanan Hizbullah - İsrail çatışmasının sonuçlarından etkilenmiş olmalı. O dönemde, tarafların sonucu kendilerince yorumladıkları çatışmaların sonunda, Hizbullah ve destekçileri Suriye ile İran, kesin zafer ilan ederken, İsrail’de, demokratik bir ülke olmanın verdiği sorumlulukla, olaylar enine boyuna irdelenmiş, ve gelişmiş ülkelerde bile az rastlanan bir şekilde hem siyasi otorite, hem de ordu yerden yere vurulmuştu. Bunun nedeni başarısızlıktan ziyade, isteksizlikle harmanlanmış beceriksizliğin sonuca etki etmiş olmasıydı. Rakip tabiri yerindeyse zil takıp oynarken, İsrail net bir çizgi çizememenin sıkıntısını yaşamıştı o günlerde…
Belli ki bugün, hem Şubat ayında yapılacak erken seçimlere hazırlanan İsrail hükümeti hem de ordu geçmişten ders almış… Nitekim geçtiğimiz cumartesi günü başlayan hava saldırıları ve daha sonraki kara harekatı, siyasi erkin kararlılığını kanıtlıyor. Dünya başkentleri – buna Arap olanlar dahil - son derece cılız bir tepki gösteriyorlar. Ne Şam, ne Tahran sokaklara dönük söylemlerinden öte parmaklarını oynatmıyorlar. Kahire, Amman, Riyad ve ötekiler hep sessiz, hatta, Gazze’de Hamas ile giriştiği savaştan yenik çıkarak önemli prestij kaybı yaşayan Mahmut Abbas’ın El Fetih’i bile suskun… Veya daha doğru dillendirmek gerekirse, duygusal anlamda olması gerektiği kadar tepkili değil.
Bunun nedenlerini iyi anlamak, Hamas’ın bölgede yarattığı dengesizliği okumak gerek. Arafat, Rabin ve Peres’in imza koymaları ile başlayan Oslo barış süreci, Filistin yönetiminin - ki o zamanlar bunun motor gücünü Arafat’ın El Fetih’i oluşturuyordu - İsrail’i tanıması ile şekillenmişti. Bu süreç, aralarında Rabin’in bir suikasta kurban gitmesi dahil, birçok menfi olayla kesintiye uğramış, ancak bunlardan hiçbiri “tanınmışlık” gerçeğini saf dışı bırakmamıştı.
Oysa, Filistin’de yapılan seçimleri kazanarak siyasi sorumluluk altına giren Hamas’ın çizgisi, bırakın İsrail’i tanımayı, onu yok etmeye yönelik bir retorik çerçevesinde şekil buluyor. Geçtiğimiz 1 Ocak’ta kendisine yönelik İsrail hava saldırıları sonucu öldürülen Hamas’ın siyasi ideologlarından Nizar Rayan’ın oluşturduğu çerçeve, İsrail’in neden Hamas yönetimindeki Gazze’yi vurduğunu, genelde Arap ülkelerinin ise neden buna soğuk bir yaklaşımla baktığını gösterir nitelikte…
Nizar Rayan, Hamas’ın efsanevi lideri Şeyh Ahmet Yasin’in 2004 yılında öldürülmesinden beri oluşumun en saygın liderlerinden biri. Aynı zamanda Gazze’deki İslam Üniversitesinde dersler veren bir isim. Öğrencilerine öğrettiği en önemli nokta: “İsrail ne yaparsa yapsın Hamas kazanacak” şeklinde özetlenebilir. (Ha’aretz, 02.01.2009)
Buradan çıkarılacak, Hamas’ın beklentisinin İsrail saldırılarının hem Filistin direnişi hem de uluslar arası kamuoyu baskısı ile eriyip gideceği şeklinde oluştuğu… Oysa ne cami içlerine depolanan silahlar yüzünden buraların hedef haline gelmesi ve bu durumun getireceği tepki beklentisi, ne de tüm uyarılara rağmen sivillerin askeri ve siyasi hedeflere yakın yerlerden tahliye edilmemeleri, gelişmeleri şu ana dek Hamas lehine çevirebildi.
Savaş hali Gazze’deki halkı derinden etkiliyor… Kah uzun dönemdir yaşanan ambargo kah duraksamadan devam eden bombalamalar çocuklar başta olmak üzere, insanları çaresizliğe mahkum ediyor. Ancak aynı durumun İsrail’de yaşayanlar için de geçerli olduğunu unutmamak gerek. Ondan öte, Hamas’ın ideolojik açıdan uzlaşmaz tutumu, bölgeyi gitgide radikal İslam sarmalına sürüklüyor. Bu durum da doğal olarak ardından koşulması ve çaba sarf edilmesi gereken Filistin sorununun çözümünü zorlaştırıyor, bunu geri plana atıyor. Radikal İslam’ın ayak seslerinin burada gitgide artan şekilde duyuluyor olması, çevre ülkelerdeki hassas dengeleri de tedirgin ediyor.
Sonuç olarak, tüm olumsuzlukların en kısa zamanda bitmesi, Hamas’ın İsrail’i siyasi olarak tanıyıp, Arafat tarafından başlatılan barış sürecine katkıda bulunması başta Filistinliler olmak üzere tüm bölgeyi rahatlatacaktır. Filistinlilerin dramına kalıcı çözümü bulacaklar arasında, hem yeni kimliği içinde Hamas’a, hem Batı Şeria’da olacakları heyecanla bekleyen El-Fetih’e gereksinim var… Ve tabii ki İsrail’in katkılarına da…