Kötülüğün sıradanlığı

Franz Kafka’nın ‘Dava’ eserinin modern bir uyarlama oyununu izledim geçenlerde İstanbul’da. Şapka çıkardım. Kötülüğü bu kadar ayrıksı göstereni görmemiştim bugüne kadar. Sonra, televizyonda bir ‘kötülük ayini’ izledim. Onbinlerin halini gördüm. Ve teselliyi, Yahudiler tarafından büyük eleştiri alan Yahudi yazar Hannah Arendt’in ‘kötülüğün sıradanlığı’ felsefesinde buldum...

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
24 Aralık 2008 Çarşamba

Kötülükle ilgilenmeye devam.

Ben ondan ne kadar kaçmaya çalışsam o hep benim karşımda. Kaçmazsam kurtulabilme olasılığı var mı, bilmiyorum. Kötüyü ve kötülüğü olağan görmeye ihtiyacım var fena halde yoksa sürekli gökkuşağı arayışım edebiyete kadar sürecek.

O halde, onunla ilgilenmemeye, ona karşı duyarsız kalmaya çabalamak lazım. Bunca tecrübeden sonra, bunca tanık olunan sefil hikayelerden sonra başka çıkar yol yok.

Ama olmuyor galiba! Yenilmeyi, susmayı, görmemeyi, duymamayı ve ‘aptalı oynamayı’ çok isterdim ama nafile...

* * *

Franz Kafka’nın meşhur ‘Dava’sının bir Türk versiyonu oyununu izledim geçenlerde.

Kafka’nın hani o paranoyak diyeceğim ruhundan çıkmış Bay K’nın o nedensiz veya anlamsız yargılanıp ölüme mahkum edildiği, insanlık tarihinin en güçlü, en bilinen ve en ortak kötülüğüne gönderme yaptığı meşhur eseri.

Romanı sahneye koyan Türk yönetmen bir başka güzellik ekliyor faşizmin veya nedensiz kötülüğün alabildiğine ortaya döküldüğü oyuna. Önemli bir insani zaafiyete dokunuyor. Birileri acı çekerken, sistemin, gücün, kötülüğün ve belki de giderek faşizmin zulmüne uğrarken insan kardeşleri gündelik hayatlarına, eğlencelerine, yani vurdumduymazlığa, duyarsızlığa devam ediyor, hiçbir vicdani sorumluluk hissine kapılmadan. Yani, yönetmenimiz, Kafka’nın anlatmak istediği kötülüğe bir de başka bir evrensel kötülük ekliyor. Bir yerde ölüm varken diğer taraftan ‘vur patlasın çal oynasın’ yaşamı süregidiyor.

Kötülük sıradan bir eylem olarak algılandığı için ‘öteki’ bakar, geçer, seyreder ve güler bile!..

Evet güler bile...

* * *

Bu kez evdeyim ve televizyonlayım...

Ortadoğu’nun çok bildik bir şehrinin geniş bir meydanında olanlara bakıyorum. Onbinlerce kişi toplanmış, bir tiyatro temsiline benzer bir oyun seyrediyor. Sahneye 20’lerinde bir genç oyuncu çıkar ve bu onbinlerin toplanmasına vesile olan bir örgütün 3 yıl önce kaçırdığı ve hala esir tuttuğu ‘düşman’ askerini temsilen ve ağlayan bir sesle, “anneciğim, babacığım, ne olur beni kurtarın buradan. Sizi çok özledim, ama artık dayanamıyorum lütfen alın beni buradan” mealinde konuşur, üstelik esir alınan askerin diliyle. Ve onbinler, bırakın acımayı kahkahalara boğulur gerçeği temsil eden gencin yakarışları karşısında. Şimdi, gerçek hayatta o esir alınan ve hala nerede ve ne durumda olduğu bilinmeyen askerin öte tarafta olan anne, babasının bu ‘piyesi’ izlediğini düşünürseniz, ne hissedersiniz?

Bu işkence, kötülüğün hangi sınıfına girer?

Veya onbinlerin gülmesi neyi ifade eder?

Kötülüğün sıradanlığını...

* * *

Holokost’un en büyük uygulayıcısı olan SS Generali Adolf Eichmann, milyonları katlettikten sonra tam 15 yıl Arjantin’de kimliğini saklayarak yaşamıştı. Ama bir gün ansızın, akşam vakti sessiz bir Buenos Aires sokağında, MOSSAD tarafından kıskıvrak yakalanıp İsrail’e postalanmıştı. Kurulan mahkeme sonucu Eichmann Haziran 1962’de idam edilir. Duruşmalar esnasında son derece soğukkanlı olarak, sadece ona verilen emirleri yerine getirdiğini, katliamlardan sorumlu olmadığını ve bu yüzden pişmanlık duymadığını defalarca tekrarlamıştı. Davayı izleyen ünlü yazar, düşünür Hannah Arendt, Eichmann’ı izledikten sonra kötülüğün bir başka tanımını yapar.

Ona göre, kötülük sadece şeytani irade değildi. Kendi yaptıklarının, hatta başkalarının davranışlarının sonuçlarını düşünme yetersizliği de olabilirdi. Ve Arendt, buna ‘kötülüğün sıradanlığı’ adını verir. Bu tanım, Yahudi olan Arendt’in Yahudiler tarafından büyük tepki çekmesine yol açar. Zira Arendt, kötülüğü bir anlamda olağan, hatta içselleştirmiş hale getiriyordu. Holokost nasıl olurdu da sıradan bir kötülük eylemi olabilirdi?

Arendt’e göre Hitler şeytanı, generalleri ise sıradan kötülüğü temsil ediyordu...

Holokost’u bir yana bırakırsak, günümüzdeki bu kadar duyarsızlığı ve seyirciyi oynayan düşüncesizleri, bilinçsizleri görünce, Arendt’e hak vermek geliyor içimden...

Herkes şeytan olmayacağına göre, “sıradan kötüler / sarmış etrafımızı / karıncalar misali” demesi geliyor insanın...

* * *

Umutsuz ve hayalsiz yaşanmıyor.

Hayal gerçeğin tohumu değil mi?

Özellikle iyi insanların, kötüye karşı direnç gösteren onurlu insanların, aile baskısına, ‘mahalle baskısına’ ve tüm zorluklara karşı ayakta durmaya çalışan güzel insanların, masum çocukların, geleceklerini düşünen kaygılı gençlerin, yorgun yaşlıların daha iyi bir yeni yıl geçirmelerini diliyorum.

Ben ise, 2009’da da, her zaman olduğu gibi gökkuşağını bekliyorum...