Aynı çatı altında

Luiza UÇKİ Köşe Yazısı
5 Kasım 2008 Çarşamba

Estreya ve Albert; geçimlerini zar zor sağlayabilen bir çifttir. Tek mutlulukları biricik oğulları Daniyel’dir. Onun bir gülüşüyle dünyalar onların olur.

Yoksulluk eteklerine yapışmışken onlar evlerindeki altın toplarıyla huzuru yakalamış; çoğu varlık içinde yüzen zenginlerin bile sahip olamadıkları iç ve yuva huzuruyla mutluluklarını had safhalara taşımışlardır.

Seneler su gibi akıp geçer. Daniyel genç bir delikanlıdır artık. Yemeyip yediren giymeyip giydiren annesinin gurur kaynağı olarak üniversiteden mezun olur.  Askerlik dönüşü iş hayatına atılır.

Basamakları yavaş yavaş çıkmaya başlar. Mavi gözleri hırsla doludur. Ardından varlıklı bir kızla tanışır. Evlilik çanları çalmaktadır.

Herşey masallar gibi güzelken çok kara bir havadis kapılarındadır. Estreya oğlunun düğününden birkaç ay sonra birgün bu hayata gözlerini yumar.

Daniyel hemen babasına kol kanat açar, onu bu kötü gününde yalnız bırakmaz. Evinin bir odasını ona verir. Babası tüm gün iştedir. Akşamiş çıkışı arkadaşlarıyla buluşur. Geç saatte eve gelir. Onlara fazla yük olmaz. Birlikte aynı çatı altında hiçbir sorun yaşamadan varlıklarını sürdürürler.

Ardından Daniyel’in de bir oğlu dünyaya gelir. İsmi Albert olan bu çocuk hepsinin gözbebeğidir adeta.

Brit-milasında (sünnetinde) Albert gözyaşlarını tutamaz: “Ah canım karıcığım, keşke sen de burada olsaydın. Bu mutlu günde bu güzelliği yaşasaydın. Nasıl sevinirdin kimbilir? Bizim Daniyel’imizin oğlunu nasıl de severdin? Oğlunun bu günlerimi görebilseydin ne güzel olurdu. Kader” deyip gözyaşlarını siler.

Saadet dolu yıllar su gibi geçer yeniden. Albi , yuvalarına neşe ve kahkaha getirir. Bu arada Daniyel’in maddi durumu da her geçen gün artmaktadır. Hayat standartları gün ve gün yükselmektedir.

Albi, dedesiyle birlikte olmaktan çok keyif duyar. Onun en büyük mutluluğu dedesinin elinden tutup parka gitmek ve orada dedesinin gençlik günlerini dinlemektedir. Onları dinlemekten hiç sıkılmaz. Ondan öğrendikleri kişiliğini şekillendirmektedir.

Her ikisinin de mutlulukları sonsuzdur. Bu dede torun yakınlığı yüzlerini ışıl ışıl yapar.

Seneler geçer. Albi’nin bar-mitsvası gelip geçmiştir. Albert de biraz yaşlanmıştır artık. Unutkanlıkları mevcuttur.

Bir gün Daniyel’in karısı onu kapıda beklemektedir. “Daniyel, babam artık çok yaşlandı. Bugün ne yapmış biliyor musun? Sütü ayakkabılığa koymuş. Bu böyle olmaz. Bizim bir oğlumuz var. Onu da düşünmeliyiz. Arkadaşları geliyor. Evde bunak bir dede hiç hoş değil. Zaten onun sağlığı ve iyiliği için de bu gerekli ona bir yurda yerleştirelim. En iyisini, en pahalısını, en lüksünü bulalım. Bu şart” der.

Daniyel çok iyi bir çocuktur, ama eşinden inanılmaz etkilenir. Onun sözleri hemen beynine girer. Hiç düşünmeden”Tamam hayatım sen daha iyi bilirsin, araştır” der. Karar verilmiştir.

Haberi duyan Albi çok üzülür. Karşı çıkmaya çalışır. Başarılı olamaz.

Daniyel, babasını arabasına alır. Albi de onlarla gelir. Babası çok normaldir. Bu duruma bir damla üzüntü göstermez.

İhtiyarlar Yurduna gelirler. Burası otel gibidir. Daniyel ve Albi onu güzel bir odaya yerleştirip oradan uzaklaşırlarken yolda Albi bir kağıt kalemle yolun krokisini çizmeye çalışır. Babası “Ne oldu ufaklık buraya nasıl gelebilirsin” diye yolları mı kavrıyorsun?” diye sorar.

Albi: “Bu yolları iyi bilmeliyim. Demek çocuklar, yaşlandıklarında babalarını böyle yerlere koyuyorlar. O halde benim de burayı iyice kavramam gerek; çünkü sen ihtiyarladığında ben de seni buraya getiririm. Adresi bileyim de” der. Daniyel donakalır olayı hiç böyle düşünmemiştir. Bir anda kötü bir uykudan uyanmış gibidir. Hemen ani bir fren yapar.

Apar topar yurda geri döner. Nefes nefese biricik babasının odasına koşar. Babası odada değildir. Nerede olduğunu sorar. Babası holde bir koltukta oturuyordur.

Daniyel ona sarılır: “Canım babacığım ne olur beni affet. Sen benim herşeyimsin. Sen benim için ne fedakarlıklar yaptın. Beni ne zorluklarla yetiştirdin. Bana hep verdin hep verdin. Inan bana her sabah Allah’ıma şükrediyorum seninle birlikte olduğum için. Tanrı’dan sana uzun ömürler vermesini diliyorum. Ben sana bunu nasıl yaptım? Bir uçurumdan döndüm. Haydi toparlan evimize gidiyoruz. Ne olur beni affettiğini söyle” der.

Babası: “Sen affedilecek bir şey yapmadın ki, ben zaten burada seni bekliyordum. Geleceğini biliyordum. Çantalarımı açmadım bile” deyince Daniyel: “Nereden biliyordun, babacığım?” diye sorar.

 Babası: “Ben babama böyle birşey yapmamıştım ki, sen bana yapasın; çünkü bunu görmedin. Bizler aynı çatı altında aile büyüklerimizin yoğun ilgisiyle, karşılıksız sevgiyle büyüttük sizleri. Sizler bunu gördünüz, bunu yaşadınız. Şimdi senin oğlun da görüyor. O da hep senin yanıbaşında olacak, aynen senin gibi babasını sevgiyle saracak. Ben de ebeveynlerime çok baktım oğlum. Bugün sen, yarın oğlun. Bu işler böyle. Bu Tanrı’nın bize bahşettiği bir ödüldür. Hadi gidelim, dizim başlamak üzere. Geç kalmayalım, oğlum” der.

Yolda bu üç kuşak erkekleri gülüşürler. Laflaşırlar, gerçek mutluluğun bu doyumsuz paylaşımdan olduğunu hafızalarına kazırlar. Üçü de ellerinde olsa kanatlanıp uçacaklardır mutluluktan. Üçü de aynı çatı altında paha biçilmez anlar geçirdiklerini bir kez daha anlamışlardır. Onlar Tanrı’nın sevgili kulları olduklarının bilincinde yol alırlar mutlu, tasasız, iç huzuruyla dolu yuvalarına; omuz omuza yürek yüreğe…

 

Not: Geçtiğimiz yaz döneminde fikirlerine saygı duyduğum bi yakınımdan duyduğum bir anekdotla başlamak istedim. Sevdiklerimizin kıymetini bilelim. Soluklarını tenimizde, yanıbaşımızda hissedebilmenin o keyifli sarhoşluğunu doyasıya tadalım. O soluk kesilince inanın dünya duruyor adeta. Kaplerdeki yerini hiç dinmeyen, hep kanayan bir yaraya veriyor. Hepinize aile bağlarıyla sıkı sıkıya örülmüş, sevgi dolu bir yıl diliyorum.

YENİDEN MERHABA…