Yakup ALMELEK
Mülkiyetin, hırsızlık olduğu sloganını ilk kullanan Fransız düşünür Pierre-Joseph Proudhon’dur. ( 1809-1865) Bu konunun, diğer bir anlatımla mülkiyetin hırsızlığın bir çeşidi sayılıp sayılmayacağı tartışması bugünlerde gündemde değil. Geçtiğimiz 150 yıl içinde bu slogan değerini yitirdi ancak 21. yüzyılın ortalarına doğru hatırlanabilir ve tekrar aktüel olabilir.
Gidişata bakılırsa olmaya da adaydır.
Mülkiyet nedir?
En sade anlamıyla bir eşyaya sahip olma hakkıdır. Eş bir deyişle bir mal veya eşya üzerinde mutlak egemenlik hakkıdır.
Yaşamın taa en başından başlayalım ve bugünlere doğru gelelim.
Yeryüzü şekilsiz bir boşluk idi. Engin karanlıklarla kaplıydı Ve Tanrı altı günde ışığı ve suları ve göğü ve yeri yarattı. Bunları hayvanlara ve insanlara armağan etti, güle güle kullanın demek istercesine.
Demek ki yerin göğün ve suların tek sahibi Tanrı’dır.
Hayvanlar Tanrı’nın hediyelerine iyi baktılar ve hiç zarar vermediler.
İnsan düşünen sosyal bir yaratıktır.
İnsanlar hediyelerin değerini çok büyümsediler ve aralarında paylaşamadılar. “Bu benimdir, hayır senin değil benimdir” hırgürüne kapıldılar.
Önceleri yumruk yumruğa dövüştüler. Biraz uygarlaşınca taş ve sopalarla birbirlerine saldırdılar. Daha da medenileşince barutu icat ettiler. Artık rahattılar biri birlerini görmeden bile bombalarla öldürebiliyorlar ve topraklarına konabiliyorlardı.
Ve nihayet uygarlığın tepe noktalarına kavuştular. Nükleer silahlarla bütün kainatın dibine kibrit suyu çakacak güce sahip oldular.
Bir noktayı göz ardı etmişlerdi. Başkasının kuyusunu kazayım derken kendi kuyularını da kazıyorlardı zahir.
Fransız filozofu Proudhon bütün bunları düşünüyor olmalıydı ki mülkiyet müessesesini kabul etmiyor ve mülkiyete hırsızlıktır diyordu.
Belki de hırsızlık yerine yağmacılık sözcüğünü kullanmalıydı. Daha da yakışacaktı yapılmakta olana.
Proudhon’la aynı yıllarda yaşayan Komünizmin babası Karl Marx mülkiyeti sadece devletin inhisarında görüyordu. Her şey devletin olmalı tezini savunarak. “Kişi kullansın ancak sahip devlettir” demekteydi.
Peki iyi de dünyada 150’ye yakın devlet var. Kime, hangi ilkeler doğrultusunda ne düşecek?
Yüzyıllarca gücü gücü yetene parsayı kaptı. Yetmeyenler iştahla bakakaldılar. Bir gün kapma sırasının kendilerine de geleceğini umarak.
Asrımızın başında ise tehlike çanları iyiden iyiye duyulmaya başlanmıştır. Medeni olduklarını savunan ülkeler geçmişteki hataları gidermek için toplanıyorlar. Çevre kirliliği büyük boyutlarda insanlığı tehdit ediyor.
Üstelik savaş endüstrisine harcanan meblağlar her yıl dünyada bir buçuk trilyon doları geçmekte.
Nükleer ve kimyasal silahlarla Tanrı’nın armağanlarını yok etmek üzere miyiz?
Bu konulara tekrar tekrar değinmek gerekiyor.