“Mecburcu”

Avram VENTURA Köşe Yazısı
19 Mart 2008 Çarşamba

Bir kafeteryada, yaşı oldukça ilerlemiş bir tanıdığım, yanında ona yardımcı olan genç bir bayanla birlikte yan masamıza oturdular. Hal hatır sorduktan sonra, yardımcısını tanıttı. Yirmi bir yaşında, Moldovya’dan para kazanmak için gelmiş. Yaşlıların yanında bakıcı olarak çalışıyormuş. Türkçesi iyi olmamasına karşın, rahatlıkla anlaşıyor. Ülkemizde çalışmaktan memnun olup olmadığını sorduğumda, yüzü önce gerildi, sonra gevşeyerek şöyle yanıtladı:

-Memnun muyum? Ne önemi var… Mecburum!

Bu genç yaşında, yaşamın katı gerçeğini bir sözcükle dile getirmişti: “Mecburum!” Çalışmak, kazanmak zorundaydı. İşinde mutlu olsa da, olmasa da…

Hiç kuşku yok ki, her birimiz, çalıştığı işten mutlu olmak isteriz; ancak giderek artan harcamalar karşısında ayakta kalabilmek, kendimizin ve ailemizin gereksinimlerini karşılayabilmek için, sevdiğimiz değil bulduğumuz işi ya da işleri yapmak durumunda kalıyoruz. Nice eğitimli, yetenekli insanın, hiç ilgileri olmadıkları konularda çalıştıklarını duyuyor, görüyoruz. Mühendisten esnaf, doktordan tüccar, öğretmenden işportacı... Bu tür kendi mesleğinin dışındaki işlerde çalışanları gördüğümüz zaman, artık yadırgamıyoruz. Zorunlu olarak, herkes gelirini arttırmak için farklı çabalar içine giriyor. Ekonomik çalkantılarla birlikte işsizliğin arttığı bir ortamda, bu çarpıklıklar artık nerdeyse doğal karşılanıyor. Sevdiği bir mesleği yapamamanın üzüntüsü yanında, bir iş bulmanın sevinci sanki daha ağır basıyor.

Konu yazarlara gelince...

Yazarlık, yakın zamanlara kadar bir meslek gibi görülmüyor, nerdeyse bir tutku, bir hobi olarak değerlendiriliyordu. Son yirmi-otuz yıl içinde, ülkemizde yalnızca kalemiyle geçinen bir kısım yazar ortaya çıktıysa da, batıdakilerin konumuyla kıyaslandığında, gelirleriyle ne denli yoksul kaldıklarını görebiliriz. Bu yüzden meslek hanelerini yazarlığıyla doldurabilen yazar sayısı parmakla sayılabilir.

Batıdakilerin konumundan söz ederken, son dönem yazarlarını amaçlamıştık; yoksa adları klasiklerin üst sıralarına yerleşmiş kimi ünlülerin, gerçek mesleklerini okuduğumuzda şaşırabiliriz: Goethe – Avukat, Stendhal – Süvari teğmeni, Balzac – Hukukçu, tüccar, Nikolay Gogol – Tarih öğretmeni, Charles Dickens – Kâtip, Thomas Mann – Sigorta memuru, Anton Çehov – Tıp doktoru, Steinbeck – Marangoz.

Moldovyalı bakıcının kendini çalışmak mecburiyetinde görmesi gibi, adını saydığımız ve sayamadığımız birçok yazar da, yazmak zorunda olanlardan! Aradaki biricik fark, yazarların hem vazgeçemedikleri ve var olmalarının bir nedeni olan yazma tutkuları, hem de bunu gerçekleştirebilmek için, başka işlerde çalışma zorunlulukları... Yazarların yaşam öykülerini okuyanlar için çelişki gibi görünen bu olgu, yaşamın ve dolayısıyla yazarlığın bir gerçeğini ortaya koyuyor.

Sonradan Türkçeye yerleşmiş bir söz var:

Mecburcu!

Bu sözü hiç sevemediysem de, kimi durumları açıklarken yerine oturuyor.