Trafik sendromu

Köşe Yazısı
13 Şubat 2008 Çarşamba

Bugün yoğun trafikli bir İstanbul günü yaşayacağımız aşikardı, okullar yarı yıl tatilinden sonra açılıyor ve üstelik yağmur yağıyordu. İnsan nedenini açıklayabildiği durumlara karşı daha toleranslı ve huzurlu bir pozisyon alabiliyor. Ancak hepimizin malumu İstanbul trafiğinin yoğunluğunun her zaman çıplak gözle görülebilir bir neden sonuç ilişkisine ihtiyacı yok.

Peki her yıl 200,000 yeni aracın yollara eklendiği kentte, trafik altyapısı hakkında umutlu olmak mümkün mü ?

Öncelikle trafik sorunu da birçok kent sorunu gibi çok bütünsel bir konu. Trafik, imar planlarından, göç olgusuna, teknoloji kullanımından halkın bilinçlenmesine kadar birçok alanın kesişim noktasında, dolayısıyla tek bir konuya odaklanarak çözüm sağlamak mümkün değil.

En çok dile getirilen durumlardan biri toplu taşıma eksikliği ve içinde tek kişi bulunan hususi araçların akıl-dışı bir kaosa yol açtığıdır. İstanbul araç yoğunlu elbette Türkiye ortalaması olan 1000 kişiye 85 aracın çok üstünde ancak yurtdışında birçok metropolün de halen altında, yani bazı şehirler daha çok araç sahipliği ile daha rahat yaşamayı başarabiliyor. Hane halkı gelirinin artışı ile de hayli ilişkili olan araç sahipliğini yavaşlatmayı önermek, ne kişisel hak ve özgürlüklerle bağdaşıyor ne de somut bir aksiyon planı sunuyor. Bugün işe arabasıyla giden binlerce kişi yarın bir anda otobüsü-vapuru tercih ederse bir iyileşme yaşanabilir ancak kimse böyle kitlesel bir hayale kapılmayacağı ve yolu başkalarına açmayı düşünmeyeceği için davranış değişikliği içine girmez.

Ancak metro gibi garantili yolculuk süresi vaadeden sistemler arttırıldıkça elbette toplu taşıma her kesimden insan için üst sıralarda tercih unsuru haline gelebilir. İstanbul’un mütevazi metrosuna karşılık Paris, Londa, New York gibi şehirlerde 500-1,000 km’lik metro ağları mevcut. Büyükşehir Belediyesine göre ana hatları metroya kavuşturmanın bedeli 20 milyar USD civarında. Bilim adamlarının araştırmalarına göre ise 1 metro hattı 12 şeritli yola eş değer kapasite sunuyor. Her ne kadar kilomete başına maliyeti çok yüksek ve inşaa süresi daha uzun da olsa yer üstü ve kara yolu ulaşımlarından ziyade alternatif ulaşım kanallarını ve bilhassa metroyu geliştirmek en önemli öncelik olmalı. Istanbul yüz ölçümü olarak da çok büyük bir şehir ve her yere aynı çözüm uymaz. Ancak iş merkezi olan semtlerde kavşak-geçit çözümlerinin hızla yükselen kuleler ve dev araç filoları karşısında çok soluk aldırmadığı kesin. Sonuç olarak doğru önceliklendirme ve sonrasında efektif bir planlama yapılmasının ardından mevzu finansmana geliyor. Yap-İşlet veya Yap-İşlet-Devret gibi modellerle birlikte farklı kaynak geliştirme yolları da araştırılabilir. Örneğin, Levent-Maslak gibi bir güzergaha yapılacak her yeni konut veya iş merkezi projesinin bu güzergahta veya yakındaki bir projeye katkı sağlama şartı konabilir. Bu A tipi iş yeri merkezleri ve mülk sahiplerine yönelik lokal bazı vergiler de düşünülebilir ancak sanırım böyle bir vergi düzenlemesi mevcut kanunlara aykırı. Yoksa Özel İletişim Vergisi, Özel Tüketim Vergisi gibi pek çok özel vergiyi yakınen tanıyoruz. Bu düzenlemeler bölgeleri çekici değil itici hale getirdiği için eleştirilebilir ancak bu şartlarda hiçbir bölgeninin çekiciliği sürdürülebilir olmayacak zaten. Örneğin, Japonya’nın birçok yerinde yeni bir araç satın almak için tapulu bir park yeri göstermek gerekiyormuş. Dolayısıyla bu sevimsiz düzenleme ile bu bölgedelerde hiçbir zaman araç sayısı park sayısını teorik olarak geçemiyor. Tabi benzer uygulama bizde olsa aracı olmadan park yeri satın alıp araç tescil noktalarında daha pahalıya satmak veya başka bölgede park ve araç tescil ettirip kalabalık bölgenin istatistiklerini şaşırtmak gibi girişimci fikirler devreye girerdi muhtemelen.

Bugün gazetelerde Ulaştırma Bakanlığı’nın 3. Köprü hakkında açıklamaları vardı, henüz fazla detay yok ama mutlaka yapılacağını ve 2. köprünün daha kuzeyine yapılacağı belirtilmiş. Buna mukabil geçtiğimiz aylarda Büyükşehir Belediye Başkanı’nın –şehrin çok başlı planlama sistemini eleştirirken- bu yetkilendirme sistemi ile “İstanbul’a 4. değil 14. köprü bile kafi gelmez” demeci vardı. Trafiğin, yaşadığınız şehirle aranızdaki köprüleri arttırmaması dileğiyle.