Daha ayağa kalktığı gün koşmaya başladı!
Yürümek için attığı ilk adım, uzun bir koşunun da ilk adımı olmuştu.
Önce oyunlara yetişmek için seve seve koştu...
Daha sonra hiç bitmeyecek sandığı okullara...
Çocuk yaşta, büyük bir yarışın içinde buldu kendini. Koş diyorlardı, hızlı, daha hızlı koş! Amaç bitiş noktasındaki bir ipi göğüslemek, gösterilen bir hedefe belirli bir zamanda ulaşmak değil, sürekli birini ya da birilerini geçmekti.
Karşı cinsine eğilimi başladığı anda, kimi zaman yüreğinden vurulmuş, kanatları kırık, kimi zaman yorgun ama umutlu, kimi zaman da büyük bir mutlulukla bu yollarda koşmaya başladı.
Yollar uzadı, kısaldı, kesişti, çıkmaza girdi...
Ama hiç tükenmedi.
Yıllar yılları kovaladı, yollar yolları...
İş peşinde...
Aş peşinde...
Eş peşinde...
Zaman oldu çaresizliğinden duraladı; sonradan çevresindeki baskılarla yürümek zorunda kalırken, zaman oldu hızlandı.
Peşinden bir ordu gibi gelenler, onu ezmeye, geçmeye çalıştı; onlar yüzünden soluk soluğa kaldığı anlar oldu, yine hiç yılmadı...
Aynı zembereği kurulu bir saat...
Yayından fırlamış bir ok gibi...
Sürekli koştu!
Duracak zamanı bulduğunda da, koşmanın hiç aksatmasız gerekli olduğu düşüncesi, onu yeniden bitmeyecek yollara düşürdü.
Bu yollar her zaman düzgün ve engelsiz olmadı. Bu yüzden ayağının takıldığı, düştüğü, bir yerini incittiği günler oldu.
Yılmadı!
Düştüğü yerden ayağa kalkıp, koşmayı sürdürdü; çünkü var olmak zorundaydı!
Anlamıştı var olmanın koşmak olduğunu...
Koşmanınsa var olmak!
Gençliğinde bir tüy hafifliğiyle koşusunu sürdürürken, giderek omuzlarındaki yük ağırlaşmaya, tüm bedeninde yorgunluğun baskısı artama başladı.
Soluk almak için yitirdiği zamanı, biraz daha güç harcayarak, yaşına göre hızlanarak dengelemeye çalıştı.
Yaşamın sürekli bir koşu olduğunu, herkes onu geçerken, ancak durduğunda anlamıştı.
Koşmalıydı!
Son yolculuğuna çıkacağı an’a kadar!