İskenderiye nostaljisi

Tam 50 yıl önce kimi insanlar yaşadıkları ve vatandaşı oldukları ülkenin yöneticilerinin kararıyla doğdukları yerden sökülüp atılmışlardı. `Kötülük`, nerede olursanız olun, ne düşünürseniz düşünün, sizi hep yakalıyor. Zira dün `iyilik` yerlerde sürünüyordu. Bugün de öyle değil mi?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

1920’lerde Odesa’dan ABD’ye Yahudileri ‘kaçıran’ gemide bulunuyordu Bay Drankel. Gemi İstanbul ve Çanakkale Boğaz’larını geçtikten sonra Akdeniz’de seyrederken içerde başgösteren salgın hastalıktan dolayı Mısır’ın ünlü İskenderiye Limanı’na demir atar zorunlu olarak. Hava alabildiğine güzel, güneşli, ılıman ve Odesa’nın ‘karanlık’ ruhunu temizleyecek kadar aydınlıktı. Bay Drankel ve ailesi mucizevi bir şekilde hastalığa yenilmemişlerdi. İngiltere’nin egemenliğinde bulunan bu ayrıksı Mısır liman kentinin hastanesinin penceresinden bakarken Bay Drankel hem kendisinin hem de çocuklarının ve torunlarının kaderini tayin edecek kararı verir: ABD’ye gidilmeyecektir. Burası güvenli, üstelik iklimi de mükemmeldir...
Aile İskenderiye’ye yerleşir.
Bay Drankel işini kurar, genişletir. Çocuklarının geleceğini garanti altına alır. Hayatını, ailesi ve  Arap arkadaşlarıyla beraber keyifli ve güvenli geçirir. Lakin 1947’de Birleşmiş Milletler İsrail’in kurulmasına onay verince o güzelim ‘ılıman’ iklim tam bir kâbusa dönüşür. 80 bin Yahudiyi artık zor günler beklemektedir. Mısır’ı Araplaştırmaya yemin etmiş Başkan Nasır, artık tüm Yahudileri siyonizm ve İsrail emellerine hizmet eden ‘casuslar’ olarak görür. Ve 1956’da patlak veren Süveyş Kanalı krizi ve savaşıyla oğul Drankel’e İskenderiye’yi, ailesi ve tek bir bavulla 1 hafta içinde terketmesi söylenir. Bay Drankel oğluna vedalaşmasını söyler. Oğlu her şeye rağmen o ülkenin bir vatandaşı olarak hiç bir zaman kovulacağına inanmamıştı. Onun gibi binlerce Yahudi, İngiliz ve Fransız vatandaşlarına aynı emir verilirken, tüm varlıklarına ve işyerlerine el konuluyordu. Bir gecede tüm varlığını kaybeden oğul Drankel, babasının tesadüfi olarak İskenderiye’ye demir atmasının nasıl da hüzünlü bir son yarattığını düşünemiyordu bile. İskenderiye Limanı’na yanaşan gemiler apar topar onu ve ailesini Avrupa’nın güvenli bir limanına bırakır. Onları karşılayan Yahudi örgütleri nereye gitmek istediklerini sorduklarında binlerce Yahudi göçmen İsrail’e derken, o nedense Avrupa’yı seçer.
Cebinde sadece bin dolar ile tek gözlü bir evde hayata sıfırdan başlar... Bay Drankel’in büyük torunu bugün İskenderiye’ye gitmek istediğini, babasının ise 10 yaşında gördüklerinden sonra oraya gitmesine izin vermediğini söylüyor kendisiyle konuştuğumda...
Josef Abdül Vahit. Kahire doğumlu bir başka Yahudi. Geçenlerde Harvard Üniversitesi’ne çağırılarak başından geçenleri Amerikalı öğrencilere anlatması isteniyor. Vahit anılarını aktarırken gözyaşlarını tutamıyor çünkü “Ben, bir gecede Piramitlerimi ve Nil Nehri’ni terketmek zorunda bırakıldım. Bunu ancak o gizemli şehri tanıyanlar anlayabilir” der. “Ben Yahudi de olsam, Arap dünyasında bir Mısırlı vatandaş olmaktan gurur duydum ama dinsel kimliğimden dolayı bana bunu yaşatmadılar” dediğinde ise gözyaşları artık öfke seline dönüşüyor. Vahit, özellikle, 1950 başlarında duvarlarda, “Yahudiler Arapların köpeğidir” yazısını görmesine veya bir lise arkadaşının, “Bir gün hepinizin boynunu kıracağız” demesine rağmen bunların gelip geçici olacağına inanmıştı. İnanmak en doğal hakkıydı. Lakin, ‘kötü’nün egemen olduğu bir dünyada doğal ve naif duygulara yer var mıydı?
Vahit bugün 55 yaşında ABD’de Kahire nostaljisi ile birlikte varlıklı ve sakin bir hayat sürüyor...
Geoffrey Hanson... O da bir İskenderiye doğumlu Mısırlı bir Yahudi. 70 yaşında ve evli olmasına rağmen, 50 yıl önce terketmek zorunda kaldığı Mısırlı nişanlısının resmini elinden düşürmüyor. 20 Ekim 1956’da Jeannette ile nişanlanmış ama aynı gün İsrail Mısır’a savaş açmıştı. 31 Ekim geceyarısı ise Bay Hanson Mısırlı yetkililer tarafından tutuklanır ve cezaevine gönderilir. Nişanlısı Geoffrey’i iki kez ziyaret eder ama 90 gün sonra ise bir daha göremez zira Geoffrey bir gecede ülkeden kovulur. 1948’e kadar Mısır Yahudilerinin neredeyse tamamının geniş topluma entegre olduklarını, siyonizm ile hiç bir zaman uğraşmadıklarını söylüyor. “Çok iyi bir işim vardı, sevgilim vardı, çok mutluydum ama savaş çıkınca bin kadar Yahudiyi tutukladılar nedensiz olarak. Sonra da bizi doğduğumuz topraklardan kopardılar bir gecede” diyor. Ve halâ fotoğraftaki 50 senedir göremediği Jeannette’i arıyor.
Kendisi Ramat Gan / israil’de otel yöneticiliğinden emekli olarak sakin ve huzurlu bir yaşam sürüyor. Sürekli olarak İskenderiye’ye gidiyor ama Jeannette’ini bulamıyor.
“Evim İsrail’de, kalbim Mısır’da” diyor...
1956 ile 1957 yılları arasında Mısır’dan tam otuz bin Yahudi kovuldu. Bugün sadce 50 yaşlı Yahudi yaşıyor!
1930 ile 1957 arasında bölgedeki tüm Arap ülkelerinden toplam dokuz yüz bin Yahudi yerlerinden yurtlarından sökülüp atıldılar.
900 binin hikâyesi burada anlatılanlar kadar şanslı değil muhtemelen.
Bu sessiz çığlıklara tanık olan sadece tarih.
Gelecek adına bazen onun sayfalarını çevirmekte fayda var…