Yildizlarin çocuklari

Biri İngiltere`den diğeri Türkiye`den iki spor müsabakası seyrettim ve yurdum insanı adına derin hüzne kapıldım. Sonra da 1 Mayıs 1006?da, bin yıl önce gerçekleşen olağanüstü bir olayı anımsadım. Ve o an, insanın ne kadar da anlamsız ve gereksiz bir yörüngede olduğuna inandım.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Arada bir insanlığın "ölmediğine" gözyaşları eşliğinde tanık olmak ne güzel.
Bir futbol maçını seyrederken oldu. İki ezeli İngiliz ekibinin maçında ülkelerinin en büyük futbolcusunun birdenbire ayağı kırılır. Rakip futbolcuların yardımıyla ağlayarak sedye ile sahayı terkederken onbinlerce rakip takım seyircisi ayakta alkışlıyordu onu…
"Ne var ki bunda?" diyenler vardır mutlaka. Ama bizim spor karşılaşmalarını izleyenler bu soruyu sormayacaklardır. ‘Öteki’ne karşı acıma, üzülme refleksi bizim buralarda yitik ve garip bir duygu haline geldi zira.
Bir hafta sonra, bu kez Türkiye’deki ezeli rakiplerin bir basketbol maçını seyrettirmek gerekiyordu o, "ne var ki"cilere! Ancak "karşılaştırma" metoduyla anlayacaklardı bu maçın çirkin ve yüz karası enstantanelerinin ne anlama geldiğini. Üstelik ‘kavga’ çıkmasın diye, rakip seyircilerin alınmadığı maçta karşı renklere tahammülsüzlük öyle bir noktada ki, basketbol topunu potaya atmaktan başka bir amacı olmayan oyuncuya üç metreden koca taşlar atılıyor. Bu ne şiddet, bu ne celal yahu?
‘Öteki’yi bu kadar dışlayan, yaşam hakkı tanımayan bir zihniyet sadece spor müsabakalarını mı ele geçirmiş durumda?
Hoşgörüsüzlük ve giderek şiddet piramidin alt bölümlerinden hızla yukarıya çıkmıyor mu?
Avrupa Birliği’ne yürüdüğümüzü sandığımız süreç, aslında ondan hızla uzaklaşmakta olduğumuzun işaret fişeklerini mi atıyor?
Toplum genelinde artan şiddet eğilimi sadece adalet duygusunun körelmesiyle mi bağlantılı? Gün geçtikçe artan gasp, hırsızlık hatta linç girişimleri ve en önemlisi lise öğrencilerinin şiddeti neyin alarmını vermektedir?
Ve bu ülkeninin onlarca başka sorunu varken açılan laiklik tartışmaları ne anlama gelmektedir?
Şiddetin ve kökünün araştırılması yerine insanları dindar/laik ayırımına hızla itmek bu ülkeyi nereye dümen kırdırtacaktır?…
Ülke yöneticilerinin bu iki spor karşılaşmasını da izlemelerini ve ne düşüneceklerini çok öğrenmek isterdim açıkçası!
Sigmund Freud, insanın genlerinde bulunan biri sevmeye, diğeri öldürmeye yönelik iki itkinin nereden geldiğini anlamamıştı ve hayatımızın özetini oluşturan bu iki karşıt duygunun herdaim insanoğlu ile beraber olacağını savlamıştı.
Lakin, ciğerimizdeki oksijenin, kemiklerimizdeki kalsiyumun ve hemoglobinlerimizdeki demirin nereden geldiği belli ve 1 Mayıs’ta bu vesileyle olağanüstü bir olayın bininci yılı kutlandı. Evet bininci!…
1 Mayıs 1006’da insanlık tarihinin bilinen en önemli gökyüzü olayı gerçekleşir. Tarihcilere göre insanlar, özellikle Çinliler dünyanın sonunu getireceğini sandıkları, müthiş bir parlaklık görürler. Gökyüzündeki bir yıldızın, güneşin milyonlarca yıllık enerjisine eşit miktarda yaydığı korkunç ışık Çinlileri korkutur. Göz kamaştırıcı yıldız günlerce parlaklığını korur ve gittikçe sarı renge dönüşür. Çin İmparatoru bunu, ülkeleri için bir bolluk alameti sayarak bilim adamlarını ödüllendirir.
Lakin, gökyüzünde görülen, yaşam süresini tamamlayan büyük bir yıldızın enerjisini yitirmesinin akabinde büzülüp patlamasının yaydığı enerji ve ışıktan başka bir şey değildi. Süpernova denilen patlayan yıldız tam üç sene göklerde müthiş bir parıltıyla asılı kalmıştı.
1006’daki supernovanın kalıntıları bugün dünyamızdan yedi bin ışık yılı uzaklıkta bir toz bulutu olarak boşlukta ilerliyor…
Bu olayı kutlamak için önemli bir neden var. Patlamayla açığa çıkan kimyasallar biz dünyalılar için olmazsa olmaz dediğimiz türden. Zira bu maddeler milyarlarca yıl önce gerçekleşen Bing Bang’den geliyorlar. Her bir yıldız patlaması başka bir yıldıza ve varsa sakinlerine hayat veriyor. Kozmik kökenimiz belki de patlayan yıldızlar, süpernovalar.
Yani biz, yıldızların çocuklarıyız.
Bunun ne manaya geldiğini anladığımız gün, üç metreden bir oyuncuya taş atacağımıza, ayağı talihsizce kırılan, rakip futbolcuya ağlayacağımıza eminim.
Freud’un tezi de tarihe karışır bu vesileyle!
Zira biz aynı yıldızların ikiz çocuklarıyız…