Olmert ilk kez Filistin topraklarindaydi

Ağustos`un sıcak günlerinde genellikle siyaset durgundur. Oysa İsrail`de hava çok sıcak olmasına rağmen, bu hafta politika oldukça hararetliydi. Bunun farkına varmak için, basına bir göz atmak, radyo veya televizyonu takip etmek yeterli.

Erol Güney Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Ağustos’un sıcak günlerinde genellikle siyaset durgundur. Oysa İsrail’de hava çok sıcak olmasına rağmen, bu hafta politika oldukça hararetliydi. Bunun farkına varmak için, basına bir göz atmak, radyo veya televizyonu takip etmek yeterli.
Basın, İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile FÖY Lideri Mahmud Abbas’ın Jericho’daki görüşmelerini gündeme getirdi. Yedi yıldan bu yana ilk kez bir İsrail Başbakanı bir Filistin kentini ziyaret ederek, lideri ile baş başa uzun uzun görüştü.
Bu görüşmede  İsrail’in yeni bir planı ortaya atıldı: İsrail 1967 Savaşı’nda işgal ettiği toprakları bir şartla geri vermeye hazır. Bu topraklarda bulunan İsrail’in büyük yerleşim bloklarının %56’nın korunacak. Buna karşılık aynı yüzölçümüne denk gelen İsrail toprakları, Filistinlilere verilecek.  Verilecek bu topraklar, şayet oturanlar razı olursa  İsrailli Arapların yaşadığı köy ve kasabalar da olabilir.  Olmert, bu konuya büyük önem veriyor. Çünkü; koalisyonun en sağ kesimi olan Liberman ve partisi İsrael Beitenu  bu planı kabul edip koalisyonda kalabilir. Ancak, İsrail vatandaşı olan Araplar, Filistinli olmaya razı olacaklar mı?
Uzun süre Abbas ile bu konulara temas etmekten kaçınan Olmert, fikrini değiştirmiş görünüyor. Neden? Bunun iki sebebi var: Hamas ile ilişkisi kesen Abbas’ın, gerçek bir barış partneri olması; ayrıca İsrail Başbakanının,  Şimon Peres’in  ve Haim Ramon’un görüşlerini dikkate alarak diplomasinin kapılarını tamamen açmaya karar vermesi.
Seçmenlerin fazla desteğine sahip olmayan Olmert, iç politikada büyük zorluklarla karşılaşıyor. Olmert için tek çıkar yol, inisiyatif alarak barış konusunda girişimde bulunmak.
Bunun yanı sıra Kasım ayında Washington’daki toplantıya değin İsrail ve Filistin  barış konusunda esas noktalar üzerinde anlaşmaya vararak ABD’ye sunmak zorundalar.  Temel sorunlarda anlaşmanın zamanı artık çok yaklaştı, bunu nedenle  önümüzdeki ayların anlaşma açısından verimli geçmesi gerekiyor.
Washington’daki toplantıya kadar, bu hedeflere ulaşılır ise İsrail, Ortadoğu’nun sorunlu ülkesi değil, bölgeye tam olarak uyum sağlamış bir ülke olacak. 

Bölgedeki en önemli problem
hangisi İsrail mi? İran mı?

Uzun bir süredir Arap liderleri arasında bölgenin en önemli problemi İsrail olmuştu. Şimdilerde artık problem olmaktan ziyade, İsrail çözümün bir parçasını oluşturuyor. Son günlerde İsrailli diplomatlarla konuşan herkesin  duyduğu fikir bu doğrultuda .Acaba diplomatlar böyle söylerken gerçekten neyi ifade etmek istiyorlar?
Aslında bu sorunun cevabı çok basit. İsrail’in bölgede büyük bir problem olduğu sadece Arap liderlerinin değil, aynı zamanda bir çok gözlemcinin ortak fikriydi. Hala da bazı kişiler için  kendilerince haklı sebeplerden dolayı bu bakış açısı aynen devam etmektedir. Ancak özellikle Sünni Arap liderlerinin gözünde İsrail, bölge istikrarı ve rejimin devamı konusunda bir tehdit oluşturmuyor. Onlara göre asıl tehdit İran’ın ve Lübnan’ın varlığını tehdit eden Hizbullah gibi müttefiklerinin yayılmacı politikalarından geliyor.
Şu anda  sadece Lübnan’ın doğrudan tehdit altında olmasına rağmen, Suudi Arabistan, İrdün, Mısır ve körfezde yer alan şeyhlikler de  kendilerini tehlikede görüyorlar. Ancak  bu tehlikenin  İsrail’den geleceğini düşünmüyorlar.
Eğer İsrail,  Arap rejimi için tehlike arzetmiyorsa nasıl çözümün parçası olacak? Görülüyor ki İsrail açıkça yada daha gizli bir şekilde  İran ve Şii karşıtı bir koalisyonun  destekçisi olacak. Önemli olan bir konu da 2. Lübnan Savaşı’nın çökerttiği İsrail askeri gücünün şimdi yeni Savunma Bakanı Ehud Barak,  Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi’nin destekleri, yeni taktikler ve silahlarla eski mükemmel haline dönmesi.
Ama hala büyük bir engel var; bu da İsrail’in Arap Sünni dünyasından bazıları ile ilişkilerinin soğuk hatta yok denecek kadar az olması. Oysa Suudiler durumun farkındalar. Barış girişimlerini yineleyerek Arap Birliğince bu planın kabul görmesi için çalışıyorlar. Önerdikleri barış planı, İsrail ile Suriye dahil tüm Arap Birliği üyesi  ülkeler arasındaki ilişkilerin normale dönmesini öngörüyor. Suriye’nin şartı İsrail’in 1967 sınırlarına geri dönmesi ve Kudüs’ün her iki ülkenin başkenti olarak kabul edilmesi.
Tabii ki bu çözülmesi çok zor bir sorun ve Olmert’in zaten kendisine çok az destek veren kamuoyuna sahipken böyle bir çözüme ulaşması şüpheli görünüyor. Ayrıca çok yakında kendisine yöneltilen birçok suçlama ve yolsuzluklarla ilgili sorguya çekilme olasılığı onu politik olarak daha da zayıflatacak.
En kötüsü de sünni rejime sahip Arap ülkelerinin liderleri ile halkın çoğunluğu arasında  İsrail’in İran karşıtı bir koalisyona destek vermesi  konusunda ayrılıklar olması.  Dindar, köktenci ve aşırı milliyetçi kesimler, İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine karşı çıkabilirler. Öte yandan İsrail de , Suudi Arabistan’ın barış girişiminde ileri sürdüğü talepleri kabul edemeyebilir.

Hebron’da zor tahliye
Sekiz çocuklu iki ailenin Hebron’un boş bir pazarındaki bir binanın iki boş dükkanını işgal etmeleri ve ardından tahliye etmeyi reddetmeleri  ilk bakışta küçük bir sorun gibi gözüktü. Kısa bir duraksamadan sonra Tsahal, bu iki aileyi zorla tahliye etme kararını verdi. 
Tsahal, dışarıdan gençlerin tahliyeyi durmayı çalışacaklarını, bunun için de kolay olmayacağının bilincindeydi.
Bu nedenle Tsahal ve emniyet güçleri bu iki aileyi tahliye etmek üzere Hebron’a üç bin kişilik bir kuvvet gönderdi.  Gençler bu güçlere karşı direniş göstermeyecekler ve boşaltma iki saat içinde gerçekleşecekti. Aynen böyle oldu. Direnişçi gençler ve polislerden 27 kişi yaralandı.
İsrail’de bundan daha zor tahliyeler gördük, ileride de göreceğiz.
Bu olayın çok ciddi ve tehlikeli bir yanı var. Tahliye işi polis ve askeri güçler tarafından gerçekleştiriliyor.  Bu kez, görevliler arasından on er ile iki subay verilen emre karşı gelerek: “ Biz böyle bir görev için asker olmadık. Bu bizim görevimiz değil” dediler.
Görevi reddeden askerlere Tsahal’in tepkisi çok sert oldu. Asker ve subaylara 14 ile 28 gün arasında hapis  cezası verildi.
Emre karşı gelen askerlerin bir kısmı aynı zamanda Yeşiva öğrencisi. Bu öğrencilerin bazı kişilerden emre riayet etmeyin ikazını aldıkları öğrenildi.  Bazı kesimler bu Yeşiva’nın kapatılmasını önerdi.
Hebron’daki olayın olumsuz sonuçları olabilir. İdeolojik nedenlerden ötürü bir askerin görevi reddetmesi genellikle onay görmüyor. Likud, İsrail’in düşman ülkelerle çevrili olmasından dolayı, Tsahal’in emrine karşı çıkılamayacağını ileri sürüyor. Savunma Bakanı Barak ise, Tsahal’de emirlerin sadece komutanlardan alındığının altını çiziyor.