Karanlik (bu)günler

``50 yıl önceki futbol fotoğrafları çok ilkel ama, o dönemin stadları ve insanları, giyim ve davranışları ile bugünlere on basar.`` İslam Çupi / 1998. Bugünün çölleşen spor sayfalarını gördükçe kendisini çok daha fazla özlediğimiz İslam Çupi kadar geriye gitmeye gerek yok aslında içinde bulunduğumuz durumun korkunçluğunu vurgulamak için. Bugünün tohumlarının 1980`lerde atıldığını savunanlarla hemfikirim ama o günler bile bugünlerin yanında fazla masum kalıyor.

- Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

“50 yıl önceki futbol fotoğrafları çok ilkel ama, o dönemin stadları ve insanları, giyim ve davranışları ile bugünlere on basar.” İslam Çupi / 1998
Bugünün çölleşen spor sayfalarını gördükçe kendisini çok daha fazla özlediğimiz İslam Çupi kadar geriye gitmeye gerek yok aslında içinde bulunduğumuz durumun korkunçluğunu vurgulamak için. Bugünün tohumlarının 1980’lerde atıldığını savunanlarla hemfikirim ama o günler bile bugünlerin yanında fazla masum kalıyor.
80’lerin tüm dünyada estirdiği rüzgarlarla birlikte sosyolog Yael Navaro- Yashin’in üzerinde durduğu ülkemize özel bir başka durum; futbolun gençlerin depolitize olmasına katkı sağlayacak bir alan olarak şekillendirilmesi son Galatasaray- Fenerbahçe maçıyla iyice karanlıklaşan yolun başlangıç noktası olarak gösterilebilir. Bence de bugünlere nasıl geldiğimizi ülke, hatta dünya gelişmelerinden bağımsız olarak incelemek hata olacak.
Ancak ne kadar makro bakarsak bakalım, futbol resmi içerisinde başta yönetici sınıfı ve medya mensupları tarafından sergilenen kurumsal ve kişisel sorumsuzlukların gözden kaçırmamak gerekli. Biraz daha anlaşılır konuşmak gerekirse... Tamam, bir zamanların Lefterlerle, Metinlerle anılan futbolu bariz müdahalelerle alt sınıfların enerjilerinin kanalize edildiği bir alana dönüştürülmüştür. Ama 2000’lerde birbiri ardına yüzleştiğimiz korku filmi tadındaki sezonları alt sınıfların patlama noktaları olarak görmek gerçeği ıskalamak olacaktır bana göre. Üstüne üstlük böyle bir bakış “bu durum gelişmiş ülkelerin dışındaki toprakların ortak sorunudur” gibi eli kolu bağlayan çıkarımlara götürecektir insanı...
Bugün üç büyüklerin maçlarında yer alan taraftarların en iyi ihtimalle (ki bana göre fazla iyimser bir orandır) yüzde 35’i alt sınıfa mensup. Bilet fiyatları ve kombine kart sisteminin yaygınlaşması bunun göstergesi, büyük ihtimalle de sebebi. Fenerbahçe- Galatasaray maçında Tuncay’ın korner noktasında karşı karşıya kaldığı su bombardımanında, “bomba”ları tutan eller “ne acı ki” numaralı tribündekilere aitti; sınıfsal yaklaşırsak orta sınıfın biraz daha üstüydü. Post- milenium sürecinde yaşanan tribün olaylarına genel bir bakış attığımızda da görmeliyiz ki yeşil sahaya taşan öfke artık “bir kaç kendini bilmez”le sınırlı kalmıyor.
Ne demek istediğimize gelelim... Türkiye’de 30 yıla yakın süredir futbolun şiddete eğilimli yüzünün hoş görülmesi (bu tavırda medya ve yöneticiler başı çekmiştir) bugün bütün tribünlerde normalize edilmiş bir linç kültürünün hakim olmasını beraberinde getirmiştir. Bu linç kültürü sınıf, renk ayrımı yapmaksızın tribüne gelen herkesi etki altına almaktadır. Ve maalesef futbol dünyamızdaki kurumsal ve kişisel sorumluluk yoksunluğu bu kültürün kemikleşmesini mümkün kılmaktadır.
Son olaylara odaklanırsak, Adnan Polat yaptıkları araştırmalarda ligin son bölümüne damga vuran maçtaki olayları başlatanların arasında Fenerbahçelilere rastladıklarını söylüyor. Galatasaray camiası bugünlerde, maç sonrası içinde bulunduğu utanç havasından çoktan silkinmiş, yeni transferlerin heyecanıyla “şu cezayı 2- 3 maça çeksek” hesabı yapıyor. İnanın bir Fenerbahçeli olarak Galatasaray’ın alacağı ceza hiç bir şekilde umrumda değil. Beş maçlık bir cezanın “geçiştirme”, daha fazlasının ise daha büyük tartışmaların, belki de olayların sebebi olacağını düşünüyorum. Mesele, futbolun etrafında dönen öfke bu denli ayyuka çıkmışken (gerek Galatasaray taraftarlarının patlaması, gerek Selçuk Dereli’nin bir maç uğruna ölüm tehditleriyle yüzleşmesi) rengi ne olursa olsun bütün yöneticilerin aynı ağızla suçu birbirlerine yüklemeleri. Mesele medyanın olay günü ateşe benzin döküp, 2- 3 hafta sonrasında yine güzellik uykusuna yatmış olması, sanki hiçbirşey hiç yaşanmamış gibi aynı çizgide devam etmesi.
Kimileri çıkıp “bunlar bugünün olayı değil, 90’larda da aynı şeyleri konuşuyordu yöneticiler, taraftar yine birçok maçta galeyana geliyordu” diyebilir ki bence de haklıdırlar. Baktığımız zaman, Galatasaray’la Fenerbahçe o zaman da benzer çizgideydi, daha açık konuşmak gerekirse canavarı besleyen camialardı ama ya Süleyman Seba’nın Beşiktaş’ı? Diğer iki ezeli rakibinden kendini ayrıştıran ve bu gidişin karşısında onurlu bir duruş sergileyen koca camia bugün artık diğer 2 düşman kardeşiyle “tıpa tıp” vaziyette maalesef. Peki siz hiç 90’ların kahramanlarından Aykut Kocaman’ın, Feyyaz Uçar’ın, Metin Tekin’in demeçlerinde bugünün kahramanlarından birinin söylediği gibi “son olarak şu kupayı da alacağız ve onlara konuşacak birşey bırakmayacağız” tarzı bir cümleye rastladınız mı? Yok öyle birşey.
Futbolumuzun bugünlerde sergilediği dayanılmaz görüntünün temelleri çok öncelere dayanmaktadır, evet, ancak günümüzün kurumsal ve kişisel sorumsuzluklarının da etkisiyle stadlarımız “birkaç kendini bilmez”in olay çıkarttığı yerler olmaktan çıkmış tam teşekküllü korku tesislerine dönüşmüştür.
Ve maalesef ki bugün o klişeyi tersine döndürmek mecburiyetindeyiz: “Bu tür olaylar koskoca FB/GS/BJK camiasına MAL EDİLMELİDİR”. Ve bakış açıları bu doğrultuda değişmelidir. Yoksa duayen İslam Çupi’nin sözlerini önümüzdeki sezonlarda da daha birçok maçta anmak durumunda kalacağız.