Güzel günler yakin değil

Yaşadığımız şeyin bir insanlık ayıbı olduğu ortada ve bu ayıbın şu anda sona ermesi gerekiyor. Bunu söylüyor olmam beni antiİsrail rüzgarını arkasına almış ve disinformasyonu bir habercilik anlayışı olarak benimsemiş savaş rantçıları ile aynı kefeye koymaz. Toplumumuza ektikleri nefret tohumları ile onların yolu benimki ile kesişmiyor.

Viktor KUZU Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Yaşadığımız şeyin bir insanlık ayıbı olduğu ortada ve bu ayıbın şu anda sona ermesi gerekiyor. Bunu söylüyor olmam beni antiİsrail rüzgarını arkasına almış ve disinformasyonu bir habercilik anlayışı olarak benimsemiş savaş rantçıları ile aynı kefeye koymaz. Toplumumuza ektikleri nefret tohumları ile onların yolu benimki ile kesişmiyor.
Ama Ortadoğu sorununu masum siviller ölse de ölmese de yıllardır takip eden biri olarak söylüyorum; bu trajedi şu anda dursun, karşılıklı roket atışları şu an kesilsin. Ama ne yazık ki bu Ortadoğu’ya arzuladığımız huzuru getirmeyecek.
Eğer bugün yaşadığımız olayların sorumluları İsrail ve Hizbullah olsaydı, şöyle bir “mutlu son” hayali kurabilirdik. Hizbullah kaçırdığı askerleri geri verir, karşılığında İsrail hapisanedeki tutukluları serbest bırakır, Hizbullah güçleri İsrail sınırını boşaltırlar, uluslararası güç boşaltılan yerde kontrolü sağlar ve ortalık sakinleşir.
Ama bu işin içindeki denklem ne yazık ki bundan çok daha karmaşık, dolayısıyla mutlu sona ulaşmak bu kadar kolay değil.
Bu karamsarlığımın nedeni, bazı gerçeklerin yaşadığımız bu savaşla iyice gün ışığına çıkmış olması.
Lübnan’daki Suriye varlığı yeni bir konu değil. 1976 Martında Lübnan’a giren Suriye’nin bölgedeki varlığı tarih boyunca farklı anlamlar taşıdı. İlk yıllar İsrail ve Amerika, bu ülkenin Lübnan’daki varlığını destekledi. Birkaç yıl sonra bu destek sona erdi. Suriye, Lübnan’daki kontrolünü sürdürebilmek için bu kez Hizbullah’ı beslemeye başladı. 90’lı yıllar İsrail ve Suriye arasında yaşanan sonuçsuz barış girişimleri ile geçti. Mart 2000’de, Clinton’un görev süresinin dolmasına kısa bir süre kala Cenevre’de yapılan görüşmeler de sonuçsuz kalınca dönemin İsrail Başbakanı Barak, İsrail birliklerini Güney Lübnan’dan tek taraflı çekmeye karar verdi. Buna karşılık uluslararası baskılar Suriye’yi bu bölgeden çıkartmaya yetmedi. Ta ki Hariri öldürülene kadar Suriye’nin Lübnan’daki askeri gücü sürdü.
Bu olaydan sonra artan baskı Suriye askerlerini Lübnan’dan çıkarttı ama bu çıkışın bir anlam ifade etmediğini şu an daha iyi anlıyoruz.
Suriye, Lübnan’ı terk ettiği tarihten itibaren bölgedeki etkinliğini yine Hizbullah üzerinden sürdürmeye başladı. Bu, örgütü çok daha büyük bir ölçekte desteklemek anlamına geliyordu. Ancak başta ABD, dünya güçlerinin tüm baskısına rağmen Suriye’nin geri adım atmaması, gözleri İran’a çevirdi. Çünkü Esad yönetiminin bu kadar baskıya rağmen bu kadar rahat hareket etmesinin ardında İran’dan aldığı güç vardı.
Gerek Hizbullah’ın silah gücünün kaynağının İran olması, gerekse Hizbullah yöneticilerin son dönemde açık bir şekilde  mücadelenin arkasındaki lokomotif gücün ŞiiSünni çekişmesi olduğunu açıklamaları, İran’ı, perde arkasındaki gizli güç olmaktan çıkarıp, sahnenin tam ortasına koydu.
İsrail’in üçüncü haftaya giren saldırıları, ve başta Kana olmak üzere yaşanan trajediler Suriye ve İran’ın Lübnan’daki uzantısı Hizbullah’a geçmişte sahip olduğunun da üzerinde bir güç ve popülerlik veriyor. Dahası Lübnan hedefleri vuruldukça ve siviller zarar gördükçe, İsrail saldırılarının hedefi olan Hizbullah, Lübnan halkının resmi gücü haline geliyor. Dolayısıyla çatışmalar durduğunda bölgede yeni bir denge oluşacak. İran hedefine ulaşmış olacak ve bu ülkenin henüz nükleer güce ulaşmadan Ortadoğu’da bu kadar güçlü bir hale gelmesi Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün’ün canını ciddi bir şekilde sıkacak.
Dolayısıyla bugün ateşin durması hiçbirşey ifade etmiyor. Tabiki bu çatışmaların devam etmesi gerektiği anlamına da gelmiyor. İsrail, geride kalan üç haftalık sürede Hizbullah’a karşı bu tarz bir mücadeleyi sürdüremeyeceğini anlamış olmalı. Düşmanının yok etmek zorunda olduğun silahları, sivillerin yaşadığı binaların çatısına konuşlanmışsa, İsrail saldırılarının sonucunda Kana benzeri trajedilere yenileri eklenecek ve bu sadece Hizbullah’ı ve onun arkasındaki güçleri, Suriye ve İran’i güçlendirerek Ortadoğu’nun gelecek denkleminin daha da karmaşık hale gelmesine neden olacak.