Feminist değilim, ama...

Konsolosluklara bağlı kültür merkezleri, benzerlerinden farklıdır. Mekan anlayışı yalın, daha geniş bakış açılı, daha cesur/naif temalar ile farklı bir boyut yansıtırlar. Uzun bir dönem, eşimle, Beyoğlu`nda Fransız Kültür Merkezi`ndeki etkinlikleri izledik. Sonra, ne olduysa ara verdik.

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Konsolosluklara bağlı kültür merkezleri, benzerlerinden farklıdır. Mekan anlayışı yalın, daha geniş bakış açılı, daha cesur/naif temalar ile farklı bir boyut yansıtırlar.
Uzun bir dönem, eşimle, Beyoğlu’nda Fransız Kültür Merkezi’ndeki etkinlikleri izledik. Sonra, ne olduysa ara verdik.
Hafta sonunda gazeteleri karıştırırken, Filiz Kutlar’ın 8 Mart’ta Fransız Kültür Merkezi’nde bir fotoğraf sergisi açacağını öğrendim.
Aslında tiyatro oyuncusu olan Filiz Kutlar, koşulların onu amatör fotoğrafçılıkta tutmasını bir artı olarak değerlendiriyor. “Ve... Böylelikle, vizörden tüm dünyaya amatör olmanın verdiği özgürlükle bakıyorum.” diyor.
Serginin adı: ‘Hepsi Kadın [Tıpkı Benim Gibi]’ Basında izlediğim bazı görseller, hayranlık uyandırıyor; öylesine doğallar ki. Kutlar, yirmibeş yıldan beri, oyunculuktan arta kalan vaktini, farklı ülkelerde, farklı kültürleri keşfederek fotoğrafladı. Meksika’dan Vietnam’a kadar uzanan gezilerinde en çarpıcı kadın tiplemelerini görüntüledi. Söz konusu sergi, on yıllık bir çalışmanın ürünü.  İzleyip göreceğiz...
Diğer yandan, Hürriyet’in Pazar Keyfi ilavesinde Deniz İnceoğlu’nun sanatçı ile yaptığı söyleşide en çok dikkatimi çeken, konulan başlık oldu: “Feminist değilim, eşitlikten yanayım.” Tiyatrocu yönüyle tanıdığım Filiz Kutlar, beni bu cümleyle etkiledi. Yoksa, “Kadınlar Günü” adı altında gerçekleşen etkinliklere anlam vermiyorum.
Gerçi, “Kadınlar Günü”nün nasıl başladığını Ester Yannier “Sıcağı Sıcağına” köşesinde, Dora Niyego da Judeo-Espanyol sayfasında yazdı.
* * *
8 Mart’tan iki gün önce annemin 74. yaşgününü kutladık. Bizim ailede doğum günleri neredeyse kutsaldır. Şartlar el verdiğince biraraya gelmeye çalışırız. Bu çocukluğumda da böyleydi, şimdi de öyle... Hatta, babam hayatta olduğu son yıllarda, pasta eşliğinde söylediğimiz doğum günü şarkısını muzip bir edayla iki kez tekrarlattırırdı. Bugün bunu gülümseyerek anımsamak güzel bir duygu. Umarım çocuklarım da ilerde aynı geleneği sürdürürler.
* * *
Arkadaşlar arasında, doğum günlerinden söz ederken bazen ‘sayıları’ ters çevirir, hayal kurarız. Maksat sohbet olsun. Örneğin; 52 yaşındayken, birdenbire 25 olmak gibi. (Tanrı korusun; o kadar yol bir daha nasıl katedilir!) 
* * *
Annemin 74 yaşında olduğu gün, eldeki sayısal denklemi bir anda tersine dönüştürdüm. Ve neticede annem bir anda 47 yaşında oldu. Bunun bana sağlayacağı avantajları düşündükçe, bir yerlere sığamaz oldum. Dileğim pek gerçekçi değil idiyse de, içimi ısıttı.
* * *
Aklımın bir karış havada olup, kendimini feminist hissettiğim zamanlar, erkek olmanın güçlü olmaya eşit olduğunu zannederdim. Yaklaşık aynı yaşlarda, bir delikanlı ‘keşke kız doğsaydım.’  Evin sorumluluğunu taşımak zorunda kalmaz, feminist takılırdım” dedi.
Annem gerçekten 47 veya çok daha genç olduğu yaşlarda, daha gerçekçi bir yaklaşımla eşitlikten yanaydı. Ne yazık ki, o dönemlerde uygulama şansı pek fazla değildi.  Gelelim günümüz ‘genç kadınları’na... Ayaklarınızın yere basması artık yeterli değil. Eşit haklar istiyorsanız daha fazla çaba göstermeniz gerek. Hoşunuza gitsin/gitmesin. Gerçek bu...