İsrail`in tarihinin en kisa / en uzun savaşi

Erol Güney Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

....İsrail,  5 Haziran Salı günü ülke tarihinin  hem en kısa hem de en uzun savaşının kırkıncı yılını kutladı.  Kısa bir savaştı; çünkü isminden de anlaşıldığı gibi 6 gün sürmüştü. Suriye sınırındaki  Hermon’un ele  geçirilmesini de sayarsak yedi gün diyebiliriz. Ancak öte yandan en uzun savaş oldu; çünkü çok uzun bir süreç sonunda Mısır  ve Ürdün ile anlaşma sağlanırken, Suriye ve Filistin cephelerinde hala barış sağlanamadı. Bu sınırlarda, özellikle Gazze ve Batı Şeria’da düşmanlık her ne kadar düşük seviyede seyrediyorsa da her an patlamaya müsait. Suriye, Golan sınırlarında yoğun askeri hazırlıklar içinde ve tahminen bu yaz geçmeden  bir savaş planlamakta.
Savaşın bitiminin kırkıncı yılında Olmert’in yardımcısı eski Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı Şaul Mofaz, yanında askeri uzmanlarla birlikte Washington’a giderek İsrail’in karşı karşıya kaldığı ve  halen devam eden tehlikeler konusunda görüşmeler yapacak. Aslında denilebilir ki; 6 Gün Savaşı Amerika - İsrail  dayanışmasının temelini oluşturdu. O dönemin Amerika Başkanı Lyndon Johnson güçlü bir İsrail devletinin sorunlu bir Ortadoğu’da ABD için önemli bir destek olduğunu anlamıştı. Bu savaş öncesi ABD, İsrail ile sadece dostane ilişkilerini sürdürüyordu. Bu dostluk zaman zaman ABD- Arap ilişkilerinin gelişiminin  önüne engeller koyuyordu. Savaş sonrası yapılan İsrail - ABD ittifakı hala başarı ile sürüyor.

Savaşın olumsuz sonuçları
6 Gün Savaşı Arap- İsrail çatışmasının barışçıl çözüme ulaşmasını daha da zor hale getirecek bir çok olumsuz gelişmelere de neden oldu.
Her şeyden önce İsrail’in işgal ettiği topraklarda yerleşim bölgeleri kurması;  yerleşimcilerin topraklarını terk etmemek için direnişleri; bölgede bir Filistin devletinin kurulmasını olanaksız kıldı. Oysa İsrail, resmen   Filistin ile yan yana iki bağımsız devlet olarak barış içinde var olmayı kabul etti.
Savaşın diğer olumsuz bir  sonucu;  İsrail ordusunun bir bölümünün işgal edilen bölgelerde Filistinlilere polislik etme  görevini üstlenmesi oldu. Zaten İsrail’in geçen Lübnan Savaşı’nda Hizbullah’a karşı hazırlıklı olmayışının da nedeni buydu.
İsrail’in  tüm dünya önünde olumsuz bir görüntü vermesiyle sonuçlanan savaş, birçok insana ve tarihçiye göre büyük kayıplarla edinilen bir zafer oldu. Yetkililer İsrail’in 1967 Savaşı’nın sonucunda diplomatik bir çözüm bulamayışından dolayı esef duyuyorlar. Mısır ile yaşanan krizde dönemin Başbakanı Levi Eşkol, Mısır ile bir çözüme varmak isterken generalleri saldırı için baskı yapmışlardı.
Ancak tarihçi Michal Cren’in 6 Gün  Savaşı’nı anlatan yeni kitabında açıkladığı Arap belgeleri Nasır’ın diplomatik bir çözüme sıcak bakmadığını açıkça belirtti. Nasır, gayet açık ve seçik bir şekilde İsrail’in varlığının Araplar için bir çatışma nedeni olduğunu söylemişti. Bu sözlerle niyetinin Arap müttefikleri ile birlikte İsrail’i yok etmek olduğunu belirtmişti. 6 Gün Savaşı bu niyeti engelledi. Araplar Hartum Konferansı’nda görüşme yapmayı ve İsrail ile barışı reddetmeselerdi;  teröristler Kudüs’te bir ayarlama ile iade edilebilseydi; yerleşimciler sorunu yaşanmayacaktı..Onlar  bölgeye daha sonra, Araplarla ilişkilerde bir gelişme sağlanmayınca yerleştiler.
Savaştan sonra başa gelen İsrail hükümeti,  yerleşimciler sorunu karşısında zayıf kaldı. Yine de asıl suçlu,  Sovyetler Birliği’nden aldığı destekle İsrail’e saldırma cesaretini bulan, sonra da görüşmeyi reddeden Nasır’dı.
6 Gün Savaşı’nın uzun vadede olumlu bir sonucu, günümüzde Arap Birliği’nin, İsrail’in 67 sınırlarına dönmesi ve göçmen sorununa bir çözüm getirmesi koşuluyla, ilişkileri normalleştirmeye yanaşması oldu. İsrail, resmen Arap Birliği temsilcilerini Kudüs’e çağırarak konuyu görüşmek istediğini belirtti. Hartum Konferansı’ndan bu yana oldukça büyük bir gelişme yaşandıysa da olumlu bir sonuca varılması uzun sürdü..
 Suriye  şimdi Golan sorununa çözüm bulmanın zamanı geldiğini düşünüyor. Başka seçenek olmadığı takdirde askeri yollardan halletmek için hızla silahlanmaya başladı. İsrail askeri çevreleri, bu konuda oldukça tedirginler. Olmert’e baskı yaparak Suriye ile savaşı engellemek için gizli  görüşmeler yapmasını istiyorlar. Ayrıca Suriye’nin Golan’ın boşaltılması karşılığında  İran ve Hizbullah ile ittifakına son verip vermeyeceğini anlamak istiyorlar. Salı günkü Jerusalem Post’da yer alan bir habere göre  Olmert’in Suriye ile görüşmelerinde aracı olmak ve  mesaj yollamak için Türkiye’den yardım istedi. Akla yakın olmasına rağmen gizli olduğu için  doğruluğunun onaylanması zor görünüyor.
Seçimler arifesindeki İsrail
Birkaç gün içinde İsrail’in iç politikasında  iki önemli karar  verilecek: Knesset, İsrail’in Devlet Başkanını ve İşçi Partisi’nin liderini seçecek.
Yazımın bu kısmında bunun üzerinde duracağım.
Şimon Peres, nihayet Devlet Başkanı olabilecek mi?
Devlet Başkanlığı için üç aday var; sağda Rubi Rivlin, solda Colette Avital ve merkezde Şimon Peres.
Yetkileri kısıtlı olduğundan Devlet Başkanı seçimine  gereken önem verilmez. Ancak bu kez 12 Haziran’da yapılacak seçimin ilgiyle izlenmesi bekleniyor.  Uzun bir süre düşündükten seçime katılmaya karar veren Şimon Peres, odak noktası oldu. Şimdi herkes seçilip, seçilmeyeceğini, yoksa çok arzu ettiği bu görevi de  geçen seferki  gibi kayıp mı edeceğini sorguluyor.
Bilindiği gibi gizli oylamayla yapılan devlet başkanlığı seçimleri sürprizle sonuçlanabilirse de Peres’in şansı yüksek gibi görünüyor. Çünkü, rakipleri Sefarad değil. Geçen seçimde  bir Sefarad olan Moşe Katsav, Peres’den üç oy fazla almıştı. Sefarad dinci parti ŞAS milletvekilleri, Katsav’ı hem dinci hem de Sefarad olduğundan tercih etmişlerdi. Şas’ın kurucusu ve dini liderinin bu kez Peres’i destekleyeceği söyleniyor. Eğer bu doğru ise en az 61 milletvekili Saş’ın ruhani liderinin arzusu yolunda oy kullanacaklar.  Bu isabetli bir karar olacak zira zor günler yaşanması beklenen İsrail’in başında tüm dünyada büyük  prestije sahip olan bir kişinin bulunması kuşkusuz olumlu bir gelişme olacak.
Öte yandan diğer iki adayı da destekleyen milletvekilleri var. Geçmişte Knesset başkanlığı yapan Rubi Rivlin görevini başarıyla yerine getirmişti. Her partiden oy toplayabilir.  Diğer aday Colette Avital ise devlet başkanlığına aday olan ilk kadındır. Avital’i  Dışişleri bakanlığında ve İşçi Partisi’ndeki kariyerinde destekleyen Peres’in adaylığını açıklamasından sonra  Avital’in seçimden çekileceği tahmin ediliyordu. Ancak öyle olmadı.  Bazı kişiler,  Peres’in İşçi Partisi başkanı seçilmemesinden sonra partiden ayrılarak Kadima’ya geçmesinin Avital’i çok etkilediğini belirtiyorlar.  Başka nedenler olsa da Avital, solun tek adayı olarak yarışta kalmayı tercih etmiş olabilir. Peres’in şansı büyük gibi öngörülse de, Knesset’te onu kıskananlar, çekemeyenler olabileceğinden, sonuçta sürpriz yaşanabilir.

Ayalon mu,  Barak mı?
İşçi Partisi liderliğinin ilk turunda  Barak, Ayalon’a ve Peretz’e göre daha fazla oy toplamıştı. Bu pazar günü gerçekleşecek ikinci turda Barak  ve Ayalon çekişecekler.  Seçilecek kişi hem parti lideri olacak, hem de Peretz’in yerine Savunma Bakanlığı’na gelecek.
Ayalon şansını arttırmak için Peretz ile ittifak kurdu. Kağıt üzerinde Ayalon-  Peretz ittifakı, Barak’ı geçecek gibi görünüyor. Ancak ikinci turda bazı seçmenlerin oylarını değiştirebileceği, Peretz’in Ayalon’u seçmesini desteklemesinden hoşlanmayabilecekleri  veya seçime katılacak partilerin sayısı gibi etkenleri de göz ardı etmemek lazım.
Sonuçta İşçi Partisi’nin yeni başkanı kim seçilirse seçilsin, Winograd Komisyonun raporunun tamamı yayınlanıncaya kadar iktidarda kalacak olan  Olmert hükümetinde Savunma Bakanı olarak görev alacak.