Enerji denkleminin parçasi olabilmek...

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta Türkiye’de yoğun iç siyaset gündemi devam ederken enerji konusunda Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bölgesel bir gelişme de yaşandı. Rusya, Türkmenistan ve Kazakistan liderleri bir boru hattı inşaası üzerinde anlaşmaya vardılar. Bu anlaşma Türkiye’nin Hazar bölgesindeki doğal gaz kaynaklarını Avrupa’ya ulaştırmayı öngeren Nabucco projesini de zayıflatabilecek bir hamle olarak değerlendiriliyor. 3 ülkenin uzlaşmaya vardığı proje ile Eylül’e kadar tamamlanacak ve 20 milyar m3’lük kapasiteye sahip bir boru hattı inşaa edilecek. Böylelikle Rusya’nın bölgede kontrol ettiği doğal gaz hacmi 90 milyar m3’lere kadar yükselmiş olacak. 
Türkiye Bakü – Tiflis – Ceyhan ham petrol boru hattı ile başlattığı enerji koridoru olma vizyonunu geçtiğimiz haftalarda temeli atılan Samsun – Ceyhan hattı ile de pekiştirerek Ceyhan’a bölgedeki farklı petrol tedarikçilerinden beslenen bir merkez haline getirme konusunda harekete geçmişti. Nabucco projesi de doğal gaz ayağında hem ülke talebine yönelik bir arz güvenliği sağlama hem de Avrupa için bir transit tedarikçi haline gelme açılımları ile kritik bir önem sahip.
Türkiye’nin tüm bu projeleri ABD ve AB tarafından destekleniyor. Bunun en önemli sebebi AB’nin ABD’den sonra dünyanın ikinci enerji tüketicisi olmasına rağmen geniş rezervlere sahip olmaması ve dışa bağımlılığı. Şu an AB enerji konusunda  %50 oranında dışa bağımlı ve bu oranın 20 yıl içinde %68 gibi çok ciddi bir orana çıkabileceği hesaplanıyor. Enerji güvenliği AB ülkeleri için bu denli hassasken ağırlıklı tedarikçisi konumundaki Rusya’nın, Putin’in agresif enerji ticareti politikalarıyla bölgedeki kaynaklar ve kaynakların sevki konusunda tekelleşme isteği de endişe verici bir durum. Avrupa ülkerinin tedarikte riski dağıtmaya olan ihtiyaçları Türkiye için, konumunu ve Kafkas ülkeleri ile ilişkilerini kullanmaya yönelik önemli bri fırsat.
Ancak muhtemelen biraz da seçim ajandasının çalışmaya başlaması sebebiyle süreçlere Türkiye’nin olması gerektiği kadar müdahil olamadığını söyleyebiliriz. Örneğin geçen haftasonu Putin, Türkmenistan’dayken, Polonya’da da ‘gelişmekte olan ülkeler enerji zirvesi’ başlığı ile bir toplantı düzenlendi. Polonya, Azerbaycan, Gürcistan ve Litvanya bir araya gelerek Rus güzergahlarını by-pass edebilecek hatlar üzerinde tartıştı ve Ukrayna – Polonya arasında da bir hat kurulabileceği düşüncesi doğdu. Azerbaycan, petrol ve doğal gaz kaynaklarını Avrupa’ya pazarlama isteğini yine dile getirirken, Bakü – Tiflis – Ceyhan hattının kapasitesinin arttırılması gerekip gerekmediği de konuşulan konulardan biriydi. Türkiye’yi bu kadar yakından ilgilendiren bir toplantıda, basından takip edebildiğim kadarıyla Türkiye’yi temsilen herhangi bir delegasyon katılmadı. Oysa önümüzdeki on yılların enerji denklemleri, katsayıları bugünlerde yavaş yavaş belirleniyor ve başlattığımız projelerin işlerliği için konuya yönelik kesintisiz konsantrasyon gerekiyor. Hindistan nasıl ülke gelirini büyütme hamlesini yazılım ve outsourcing (dış kaynak kullanımı) sektörlerine odaklanarak yaptıysa, enerjiyi çok tüketenler ve çok üretenler arasında bulunan Türkiye için üzerinde yoğunlaşılacak tema olabilir, olmalı. Üstelik Türkiye bu konudaki pozisyonunu kuvvetlendirdikçe AB ile entegrasyon konusundaki eli de güçlenmiş olacak.
Son yılların başarılı ekonomi performansında enflasyondaki düşüş ve kişi başına gelirin artışı gibi göstergelerle birlikte anılan en önemli kalemlerden biri de yıllık 20 milyar USD’leri bulan doğrudan dış yatırımlar oldu. Ancak hacimsel olarak tamamına yakını hazır şirket satın alması olarak gerçekleşen bu akışın içindeki –ülkenin risk puanınına ve yatırım ortamına katkıları şüphe götürmemekle birlikte- tekil bir vakanın bile 20 sene sonraki bir mali yılın ülke bilançosuna doğrudan etkisi hayli tartışılabilir nitelikte. Fakat altyapı, enerji tedariği ve bölgesel işbirliği eksenindeki projelerin uzun vadeli katma değeri maksimize ettirici özelliği her bakış açısının mütabık olabileceği bir gerçeklik.