ABD ve BM`nin bariş çabalari

Erol Güney Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

İsrail Başbakanı Olmert, Condoleezza Rice’ın önerdiği Riyad  görüşmesine  hayır dedi. Büyük projelerle bölgeye gelen ABD Dışişleri Bakanı Rice, Olmert’in muhalefeti nedeniyle çok daha mütevazı sonuçları kabullenmek zorunda kaldı.
Riyad’daki zirvede İsrail ve Suudi Arabistan arasında gidip gelen  mesajlardan,  2002 senesinde Suudiler tarafından önerilen barış planının Arap ülkeleriyle ilişkilerin normalleşmesi için temel alınabileceği anlaşıldı. Bu çözüm ancak bir şartla kabul edilebilir gibi görünüyor; anlaşmanın “ya kabul edersin ya da gidersin” şeklinde düşünülmeyip görüşmelere zemin sağlaması  bekleniyor.
 Riyad’da   Filistinli göçmenlerin   nereye döneceklerine yönelik tam bir  çözüm belirtilmezken, İsrail,   bağımsız Filistin Devleti topraklarına  dönmeleri üzerinde duruyor.

Ziyaretin getirdikleri
Yazımı kaleme aldığım sırada ülkesine dönen ABD Dışişleri Bakanının ziyaretinin bölgedeki sonuçlarını inceleyelim. Daha sonra  da Arap zirvesinin sonuçlarına, Suudi Arabistan’ın  bölge ve İsrail için  rolünün önemine değinelim.
Bilindiği gibi  görevini bitirmeye iki seneden biraz daha az zamanı kalan Rice,  Filistin sorununun çözümü için önemli gelişmeler sağlamak, İsrail ile yan yana varlığını sürdürecek bir Filistin Devleti’nin  temellerini atmak istiyor. Bunu başarmak kendisi ve  şimdiye kadar Ortadoğu’daki çabaları boşa çıkan ABD Başkanı  Bush için de önem taşıyor.
Rice, bu nedenle bölgeye yapacağı  ziyaret öncesinde  saatlerce  Başkan Bush ile Filistin sorununun çözümü hakkında  konuştuklarını ve barış görüşmelerinin   Mahmut Abbas ile Olmert’e bırakmanın çok da  verim sağlamayacağı konusunda fikir birliğine vardıklarını ifade etti.
Zira ikili nadir buluştukları zamanlarda herhangi bir karara varamıyorlar ve  olumlu gelişmeler isteyen Amerikalıların başka yaklaşımlarda bulunması gerekiyor. ABD, İsrail ve FÖY’e gelecekteki sınırlar, bu sınırların devamlılığının nasıl sağlanabileceği gibi önemli soruları soracak. Cevapları mukayese ederek her iki tarafın da kabul edebileceği ortak bir çözüm bulmaya çalışacak. Olmert doğrudan görüşmelerin aksini savunan bu teze ve tartışılacak konulara itiraz etti.  Ayrıca Kudüs, sınırlar ve mülteciler gibi büyük sorunların görüşülmesinin en sona bırakılması gerektiğinin altını çizdi. Aksi takdirde baştan görüşmelerin tıkanacağını ve bunun da 2000 yılında olduğu gibi yeniden şiddetin başlamasına yol açacağını vurguladı.
Pazartesi gecesi yapılması beklenen basın açıklamasının iptali sonucunda  Mahmut Abbas’la da  temaslardan sonra Olmert ve Rice uzlaşmaya vardılar. Amerikan planından çok uzak olmasına rağmen Olmert, bazı ödünler vermeye razı oldu. Öncelikle her iki haftada bir Olmert- Abbas  görüşmesi kararı verildi. Bu görüşmelerde  Şderot’a atılan Kassam füzeleri; kaçırılan asker Şalit’in Filistinli mahkumların  karşılığında serbest bırakılması; Filistinlilerin yaşamını kolaylaştıracak önlemlerin alınması gibi güncel konular tartışılacak. Ancak Rice’ın ve Abbas’ın ısrarı ile Filistin devletinin sınırları, Kudüs ve diğer hayati sorunlar hakkında da  görüş alışverişi yapılmasına karar verildi.
Rice da, son dört ay içinde olduğu gibi zaman zaman görüşmelere katılarak Olmert ve Abbas’ın uzman ekiplerinin üstesinden gelemediği sorunların çözümünde yardımcı olacak. Görüşmelerden  sonuç elde edebilecek mi? Hamas karışmaz; terör azalır; İsrail askerleri kontrol noktalarında geçişe izin verirse ve eğer Gazze’ye silah sokulup İsrail’in müdahele etme mecburiyeti yaratılmazsa bu soruya olumlu yanıt verilebilir.

Suudi Barış Planı
Olmert – Abbas  görüşmelerini tehlikeye sokabilecek bir çok etken  var.
Bu aşamada Suudi Barış Planı için girişimler devreye giriyor. Suudi Arabistan planı, Güvenlik Konseyi’ne “Arap Barış Planı” olarak sunacak. Aynı zamanda ılımlı dört Arap ülkesinin, Batılı ülkelerin ve İsrail’in yanında başka katılımcı ülkelerin de olabileceği bir konferans gündemde. Böylece İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki temaslar daha açıklık  kazanabilir. Bütün bu olanaklar Riyad Konferansı’ndan sonra belirlenecek. Bu karşılıklı anlaşmaların Hamas tarafından da kabul görmesi büyük önem taşıyor. Bu,  Hamas’ın   İsrail’i  resmen  kabul edeceği anlamına da geliyor. Ancak şartlar ne  olursa olsun Hamas bunu kabul etmeyecek.
İran ve taraftarları İsrail’in varlığını reddederken, Suudi Arabistan ve ılımlı Arap ülkeleri  varlığını resmen kabul ettiler. Tabii bu bir bedel karşılığıdır. Zaten İsrail’in Altı Gün Savaşı’nda ele geçirdiği toprakları muhafaza etmesinin Arap ülkelerince kabul görmeyeceği  çok açıktı.
Bu dönemde Yeni Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban-Ki-Moon’un bölgeye yaptığı  ziyaret,  İsrail’de büyük bir etki yarattı. Bilindiği gibi İsrail ile BM  ilişkileri nadiren iyi olmuş ve üyelerinin çoğunluğu İsrail karşıtı. İsrail’in aldığı bazı güvenlik önlemlerini eleştiren Ban-Ki-Moon, helikopterle yaptığı bir tur sonrası ülkenin güvenlik problemlerini daha iyi anladığını belirtti. Dörtlü’nün üyesi olduğundan BM, şimdilerde İsrail için çok daha fazla önem kazandı. Görünüyor ki: BM genel sekreteri  yaptığını her zaman onaylamasa dahi, İsrail’e karşı  en azından anlayış gösterecek.

Peres: “Ben savaş açmazdım!”
İkinci Lübnan Savaşı’nda  İsrail Hükümeti ile   ordusunun yaptığı hataları ortaya çıkarmak ve incelemek için oluşturulan Winograd Komisyonu gizlilik içinde çalışmaya devam ediyor. Bunların arasında özellikle  Şimon Peres’in ifadesi büyük tepki aldı.  Peres’in ifadesi, birkaç ay içinde İsrail devlet başkanlığına seçilmesini engelleyebilir.
Çünkü Peres, başbakan yardımcısı olarak mecliste Hizbullah’a savaş açılmasına kabul oyu verdi. Ama Winograd Komisyonu’na: “sorumlu ben olsaydım savaş açmazdım.  Bu savaşı kazanmadık; askeri açıdan bir kaybımız yok ama psikolojik bakımdan  kaybettik denilebilir. Sonuçta bölgede İsrail yenilebilir hatta haritadan silinebilir düşüncesi oluştu. Bu da İsrail için büyük bir kayıptır” dedi.