d`Eli`ye Hergün Bayram

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Dini bayramlarımızın içinde en çok Purim’i severim. Hem neşelidir, hem de zahmetsiz. Kısacası ön hazırlığı ve mutfakta geçirilmesi gereken saatleri yoktur.
Purim’in benim için iki simgesi olmuştur; Sefarad yanımı tanımlayan kırmızı-beyaz ‘mavlaç’lar ve Aşkenaz tarafımı bütünleyen ‘humentaşen’ler (hamantaschen). Humentaşen’ler, Aman’ın kulaklarını simgeleyen, bohça şeklinde içi kayısı reçeli dolu bisküitlerdir. En güzeli ise, bisküitleri Aşkenaz babaannem değil, Sefarad annem yapardı. Tek sorun, yaptıklarını bayram gününe kadar saklayabilmekti. Babamla en büyük keyfimiz humentaşen’lerin yerini bulup, iz bırakmadan birkaç tane götürmekti! Mutfakta tencere dolabında mı, yoksa büfenin içinde miydiler?
***
Mahpurim geleneğini tesadüfen genç kızken yurtdışında olduğum sıralarda öğrendim. Bir Purim günü, aile dostlarımızın evinde öğlen yemeğinde, evin büyüğü olan ‘Tantie’ masadaki çocuklara zarf şeklinde beyaz mendiller dağıttı. İçinde de ‘mahpurim’ yani purim harçlığı vardı. ‘Tantie’ kendi halinde tonton bir yaşlıydı. Belli bir yaştan sonra İstanbul’dan gelenekleriyle birlikte göç etmişti. Gerçek adını hiç bilmedim. Akrabalık bağımız olmadığı halde benim için hep ‘tantie’ olarak kaldı.
Çocuklarımız olduktan sonra, eşimin Edirne kökenli olan ebeveynleri torunlarına ‘mahpurim’ vermeye başlayınca, annemler de aynı adeti benimsemek durumunda kaldılar. Anneannemin hayatta olduğu dönemleri de sayarsak, çocuklar uzun süre paylarına düşeni fazlası ile aldılar. Mavlaçlar asla eksik olmadı, annem ise bu seneye kadar humentaşen yapmayı sürdürdü. Velhasıl; Purim Katan, Purim Şuşan derken zaman çabucak akıp gitti.
* * *
Bu sene ben de Purim’de eğlenmeye karar verdim. Radikal kararlarımı olgunlukla karşılayan eşim, başta ne denli memnundu bilemiyorum... Eğlence mekanına vardığımızda, aşina bir ses duydum: “Bugün, burada....” Rav Benveniste’nin sesini nerede duysam tanırım. Zira, o benim için her zaman, yıllar önce Büyükada’da, Cuma akşamları bizleri biraraya getirmek için çaba sarfeden Amore Moşe olarak kaldı. Kısacası, o gün bizi ‘bar’dan inen Rav Benveniste, karşıladı diyebilirim. Hemen bayramlaştık. Uzakdoğu teması, en çok mavi kimono, açık kumral sakallı, yanakları al al olmuş DJ Mendy’ye yakışmıştı. Narçilla, kiviçilla... ve daha bir sürü ‘çilla’ türünün ‘fondip’ edildiği kiminin dans ettiği, kiminin oturup Çin yemeklerini yediği ortam, neşe ve kahkahanın bileşkesiydi. Kimonolar geçidi, karateciler ordusu ve kucaktaki minik çocuklar defilenin en güzel parçasını oluşturdular. Ayakta sohbet edenler, uzun zamandır görüşmeyenler... herkes birbirini kucaklamak için fırsatı kolluyordu adeta. Kısa süre önce geçirdiği rahatsızlığı sonrasında, Rav Haleva ile Rubissa’nın salona girmesi herkesi sevindirdi. Bir mekandan diğerine dolaşanlar heryerin ayrı güzel olduğunu söyleyip durdular. Rav Alaluf, Uzakdoğu yerine hafta sonu giysileriyle gelmeyi yeğleyenlerdendi. Benim kıyafetim ise bir Mars’lıyı andırıyordu sanırım. Yoksa, birçok kişi: “A, ne işin var burada?”diye sormazdı. Chaya’nın yaptığı ekmekçikler o kadar lezzetliydi ki, eşim onları ponçik zannederek: “Çok güzeller, ama sonuna geldim, daha reçel çıkmadı” dedi. İçerde birkaç aylık bebekten, gençlere, büyük annelerden babalara varıncaya dek geniş bir yaş yelpazesi vardı.
En güzeli ast/üst farkı yoktu; kulis yoktu. Onların yerine gülen yüzler ve mutlu insanlar vardı. Bulunduğum mekanda ve diğerlerinde bizlere böylesi bir bayram yaşatmak için emeği geçen, eli değen herkese teşekkürler.