Çocuğun adi ne olsun?

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Değişen ve gelişen zaman beraberinde türlü rüzgarlar getirdi. Yıllar boyu geleneksel aile yapısına sadık kalan toplum bireyleri yeni doğan çocuklarına büyükanne/büyükbabaların adını koydular. Hele, ilk doğan çocuk erkek ise, büyükbaba hem adını hem de soyadını taşıdığı için, o torunu ‘bir başka’ severdi. Diğer bir ayrıcalık ise, kasada saklanan, aile yadigarı bir köstek, o ismi taşıyan erkek toruna; babaannenin parmağındaki yüzük, ancak vefatından sonra, adını taşıyan kız torununa verilirdi.
Nedense, kimse hayattayken eliyle verip karşısındakini sevindirmeyi düşünmezdi. Zaman içerisinde büyükler terk-i diyar ettikten sonra, kasadan çıkan köstek/saat çalışmaz duruma gelmiştir; ‘babaanne yüzüğü’ ise bir başka akibete uğramıştır.
İşte böyle bir zaman diliminde, gelinler ve kızlar, ananeleri sarsmadan, büyüklerin kimi zaman taşıması hayli zor isimleri, ‘hafif’leterek en azından ev/komşu ilişkileri çerçevesinde evrime uğrattılar.
Ağır yaşam temposunda, Mordehaylarla Sabetaylar hızlı adımlarla Diko, Viko, Biko ya da Cici, Fifi ve Lili’ye doğru yol aldılar. Gerçi, devrim yapmanın sakıncalarını bilen aileler, evrimleri kademeli olarak gerçekleştirdiler. Örneklemek gerekirse, Mazalto önce Mazal, sonra Meyzi, ardından da Mey oldu. Genelde isimlerde yapılan değişiklikler ortalama dört nesil sürdü. Diğer bildikler arasında Mordehay, Menahem, Mimi, Metin/Yasef, Jozef, Jojo, Joe/Ester, Esti, Teri Etel/Rebeka, Beki, Beti, Betsi/Nesim, Niso, Nedim, Neil gibilerini sıralamak mümkün. Fransızca’dan Türkçe’ye varan çeşitli varyasyonlar görülse de Yahudi ailesi çocuklarının/torunlarının isimlerinin yanına, -ika, -iko takılarını eklemeyi asla ihmal etmedi. Yani; Nedim-iko, Etel-ika, Meral-ika... İsimler çağdaşlaşmayı sürdürdü; takılar da beraberinde... Fey/Feyika; Burak/Burakito; Sendi/Sendika oldu. İnsanlar her daim değişikliği sevdiler. Sevgi sözcüklerini ve sevgiyle çağırdıkları küçüklerini; AB standartlarına uyup daha Avrupai konumlara geldiğimizde, -ika, - iko takılarında da değişiklikler oldu. Onların yerini -oş, -uş’lar aldı. Maya/Mayuş; Seren/Serenuş; Yona/Yonuş; Selim/Selimoş gibi...
* * *
Gel zaman git zaman büyüklerin isimlerinin sadece baş harfleri kullanılarak yeni isimler türetilmeye başlandı. Ve nihayet ‘Ben Özgürüm’ nakaratıyla tamamıyle ilgisiz isimler seçildi. Doğrusu, bu isimlerden kimileri gerçekten çok anlamlı, kimileri ise eskilerinkini aratacak kadar anlamsız!
* * *
Bu hafta ‘isim’lere takılmamın iki nedeni var. En önemlisi ekonomi sayfası yazarlarımızdan - ‘isim’ vermek kurallara aykırı- birinin baba adayı olduğunu öğrendiğimden beri duyduğum heyecandır.
İkincisi ise, yıllardan beri dernek sahnelerinde keyifle seyredilen tiyatrolarda zaman içerisinde ‘isim’ler de tiplemelerle birlikte çağ atlayarak izleyicinin beğenisine sunuldu.
Giderek uzmanlaşan kadrolar, yenilik arayışına geçti. Yenilik ise, geniş bir bakış açısı ve esneklik gerektirir. Amatörler tarafından profesyonelce oynanan sözkonusu oyunlar beklentilerin ötesinde bir performans sergiliyor.
Dileğimiz iyinin daha iyi olması.
Aynı bağlamda, gelecek tenkitleri anlayışla değerlendirmek ve her tenkidin yıkıcı olmadığına gönülden inanmak gerekir.
* * *
Bu vesileyle, öncelikle bütün Esterlerin, sonra da herkesin Purim Bayramı’nı kutluyor, İstanbul’a özgü kırmızı beyaz ‘mavlaç’ların evinize hep tatlı günler getirmesini diliyorum.