Üç kizkardeş

Sibel ALMELEK İŞMAN Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Ceren’in iki kız kardeşi varmış: Ece ve Eren. Anne ve babaları, çocuklarının güçlü bir sevgi bağı kurmalarını istemiş olmalılar ki, isimleri bile ortak harflerden yaratmışlar. Mutlu bir yuvanın hayalini kuran bu kadın ile erkeğin kalpleri temizmiş ki, arzuları gerçek olmuş. Üç kardeş hem saymış birbirini hem de sevmiş.
Küçükken ve de büyüdükten sonra kavga etmişler tabii. Kimi zaman önemli kimi zaman ise pek anlamsız konularda anlaşamamışlar. Ama hep samimi olmuşlar. İçlerinde ne varsa dökmüşler. Yaşam yolunda yalnız bilmemişler kendilerini. Arkalarında iki tane candan öte kardeşin varlığını hissederek nice kararlar vermiş, nice adımlar atmışlar.
Kaderin bir cilvesi midir bilinmez, üçü ayrı ülkelere uçmuşlar zamanı geldiğinde. En büyükleri olan Ceren, ilk ayrılan olmuş aralarından. İngiltere’ye gitmiş. Hayalini kurduğu bir diyarmış orası. Edebiyat okumuş. Üniversitede öğretim üyesi olmuş. Şiir, öykü ve romanlardan söz etmiş öğrencilerine. Hayran olduğu yazarları araştırmış keyifle. Bir tanesiyle de evlenmiş sonunda.
Ceren’den sonra sıra Ece’ye gelmiş. Bir yaz tatilinde tanıştığı Hollandalı genci delice sevdiği için, bırakıp gitmekten çekinmemiş memleketini. Üç küçük kızken hayallerine kattıkları bir dükkan varmış. İçinde her şey bulunacakmış: irili ufaklı, renkli renksiz, akla gelen gelmeyen...İşte o dükkanın adresi Amsterdammış meğer. Halk, neşesini ve hediyesini orada bulur olmuş.
Pek süslü olan küçük Eren ise, kısmetini Roma’da tanımış. Hem iş hem de eş anlamında. Moda tasarımcısı olma tutkusuyla, bir hafta geçirmek üzere gittiği kent, onu ikna etmiş yaşam boyu vazgeçilmez olduğuna. Eşini de bu kentin yollarında tanımış. Çok sevdiği bir çeşmeye bakarken, bir iki geri adım atmış ve o anda elinde kamerasıyla ışığı yakalamaya çalışan  bir gence çarpmış. O çeşmenin fotoğrafı, evde her daim asılı dururmuş.
Avrupa’yı kuşatmış olsalar da, uzak düşmemiş yürekleri. Yazmışlar birbirlerine. Tatillerde buluşmuşlar. Eşlerini ve çocuklarını tanıştırmışlar. Rayların üzerinde, trenlerin içinde çok vakit geçirmişler. Gönüller bir olunca, ama sahiden ve gerçekten yakın olunca, kilometrelere söz düşmezmiş.
Günlerden bir gün, üç kardeşe de yol görünmüş üç vakte kadar çıkacakları. Ceren Amsterdam’da bir edebiyat konferansının gerçekleştirileceği haberini almış. Ece, İtalya’dan yeni dönen bir arkadaşından Roma’da harika bir pazar kurulduğunu duymuş. Eren, Londra’daki moda haftasına mutlaka katılması gerektiğini düşünmüş.
Ve ne olmuş? Üçü de biletini almış. Üçü de valizini toplamış. Hiçbiri yeğenlerine hediye almayı unutmamış. Hiçbiri, kardeşine haber vermeyi aklından bile geçirmemiş. Çünkü hepsi sürprizlere bayılırmış.
Üç kentte, heyecanla çalınan üç kapıyı yeğenler açmış: “Hoşgeldin teyze. Annem evde yok.” Ne yapsınlar? Gülmüşler. Şaşırmışlar. “Şaka gibi” demişler. Hatırlamışlar: “Biz küçükken de köşe kapmaca oynamayı severdik.”