Tora ve Bilim

- Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Genellikle bilim ve Tora zıt kavramlar olarak ele alınır. Tartışmalarda artık bilimin çok ilerlediği ve din kaynaklı dogmalara körü körüne bağlanılmaması gerektiği, hatta birçok dini olgunun önemini yitirdiği belirtilir. Hatta bu köşede bir önceki yazımda eleştirdiğim Tora’dan gelme ayrıntıların tarihsellikle açıklanmasının ve dolayısıyla modası geçmiş olarak nitelenmesinin de temelinde bu bakış açısının yattığını düşünüyorum. Bilimin Dünya tarihinde bir otorite haline gelmesi, dinin üzerine de dogmatik etiketinin yapıştırılması hepimizin ilkokulda öğrendiği gibi Rönesans zamanlarından doğan ve bugüne kadar uzanan bir trendin sonucu. Tora’ya olan bakış açısı da doğal olarak bu trendin etkisi altında kalmış.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki Tora ve bilim üzerine konuşurken bu tutumun dışına çıkmadığımız takdirde bu iki kavramı siyah ve beyaz olarak algılamak kaçınılmaz olacaktır. Tora’nın Tora bilginlerinin savunduğu gibi “yaşamın kitabı” olduğu fikrini irdelediğimizde ise daha sağlıklı bir karşılaştırma yapmak ve iki kavramı birbirine yaklaştırmak mümkün olacaktır.
En başta bilimin “kesin doğru”yu iddia etme konusunda otorite haline gelişinin tarihsel bir durum olduğunun bir kez daha altını çizmek istiyorum. Ünlü postmodernist Foucault’ya göre bilimsel doğruluk iddiaları “güç ilişkilerinin” bir sonucudur. Örneğin Foucaltcu görüşe göre doğu kaynaklı tıp metodlarının, batıdan gelme metodların yanında önem yitirmesi, adi, batıl inancın ürünü, vs. şeklinde görülmesi tamamen batı-doğu güç ilişkilerinden kaynaklanan oryantalist bakış açısının sonucudur.
İzzet&Yosi Berkan kardeşlerin derlemelerinden oluşan ve Gözlem Kitap arşivinde de bulunan Gerçeğe Yolculuk kitabının bir bölümü bilim ve Tora konusunda ilgi çekici yorumlar içeriyor.  “Bilim dünyaya sınırlı insan aklının görüş açısından, Tora ise yaratılışın kaynağından bakıyor” diyor Gerçeğe Yolculuk. Bu görüşten yola çıkarsak bilimin Tora’nın bir alt kümesi olduğu düşüncesine varıyoruz. Her yeni gelişmede alt küme büyüyor ve evrensel kümeye (Tora’ya) biraz daha yaklaşıyor. Yani burada bir zıtlık ilişkisinden ziyade kapsama ilişkisinden söz etmiş oluyoruz. Bu noktada kitabın farklı bir kısmından güzel bir örnek verelim. Örneğimizi Talmud’da (Sözlü Tora) geçen bir olay oluşturuyor. Yahudilik’te önemli bir nokta olan Roş Hodeş’in (ayın başlangıcı) tayin edilmesi konusunda bir keresinde bir sorunla karşılaşılıyor. Bulutlar aya benzer bir görüntü oluşturunca insanlar yeni ayın geldiğini düşünüyorlar. Raban Gamliel buna karşı çıkıyor ve şöyle diyor: “Ayın yenilenmesi 29.5 gün 2/3 saat ve 73 helekten (1 saatin 1/1080’i) az olamaz.” Hesap kitap yapılınca görülüyor ki ayın yenilenme süresi Talmud’a göre 29,530594 gün. 20. yüzyılın ikinci yarısına geliyoruz... NASA bilim adamı C. Sagan ayın yenilenme süresini ay yüzeyine yerleştirdikleri prizmalarla tespit ettiklerini söylüyor ve açıklıyor: 29,530588 gün. Aradaki fark 0,52 saniye. Aynı araştırma daha sonra Berlin’de tekrarlanıyor ve sonuç 29,530589 gün olarak açıklanıyor. Fark 0,43 saniyeye iniyor.
Peki ya bilimle Tora’nın hiç bire bir zıt göründükleri bir durum yok mu? Olmaz mı!.. Kitapta da üzerinde durulan en bariz tartışma dünyanın yaşı meselesinde yaşanıyor. Tora Dünya’nın 5767 yıldır var olduğunu söylemekte. Buna karşılık arkeolojik bulgular dünyanın ömrünün bunun kat kat üzerinde olduğunu, bir dağın yaşının dahi milyarlarla ifade edilebileceğini gösteriyor. Burada bilimin sene hesabında yanıldığını söylemenin saflık olacağının farkındayım ancak bakış açısını değiştirmek aynı şekilde değerlendirilemeyecektir. Gerçeğe Yolculuk ilk insanın bebek olarak değil bir yetişkin olarak yaratıldığının dolayısıyla bir dağın da belirli bir evreyi tamamlamış şekilde yaratılabileceğini vurguluyor. Bu görüşü pek tutmayanlara ise daha bilimsel bir önermeyle cevap veriyor kitap: “Bir bebek doğduğunda her gün biraz kilo alır. İnsanın yaşamı boyunca aynı oranla büyüdüğünü varsaymış olsaydık insanın yüzlerce kiloya gelmesi gerekirdi.” diyor ve bebeğin büyüme hızının zaman geçtikçe ilk dönemlerdeki yüksek seviyede kalmadığını ifade ediyor. Bu paralelde bilimin de kabul ettiği gibi dünyanın yaratılışında bugünden farklı olan ısı, radyoaktivite, basınç koşullarının bir dağın milyarlarca sürelik bir evrede geçirmesi gereken değişimi çok daha kısa bir sürede, yüksek bir hızla geçirmesine neden olabileceği de iddia ediliyor. Demografi, dinozorlar ve bir çok konuda benzer örneklere internette yapacağınız kısa süreli araştırmalarla ulaşabilirsiniz.
Uzun lafın kısası şu ki; Tora ile bilimi zıt kavramlar olarak algılamak, bir başka deyişle “Bırakın abi bu işleri, bilim denen birşey var, siz bana ne anlatıyorsunuz...” demek farkında olmasak da yakın tarihin etkisiyle şekillenmiş bir diskur üzerinden konuşmanın sonucudur. Ve “bu iki kavramın zıt olmama ihtimali”ni bir anda elinin tersiyle itmek anlamına gelmektedir.
Bitirirken yine kitaptan bir örnek verelim: “Her gün kola (kalbi işaret eder) ve başa (beyni işaret eder) takılan tefillin Yahudi bakış açısının güzel bir ifadesidir; önce kalple yapmak sonra beyinle kavramak.” Bazı noktaları henüz anlayamasak da, onların doğruluğuna olan inançtan muaf olmadığımızı belirtir Tora. Yazının sonu pek “bilimsel” olmadı farkındayım ama o kadar da olsun artık...