Pazarlar

Sibel ALMELEK İŞMAN Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Pazarları çok severim. Hep sevdim.
Daha, yazımızın başında, eş anlamlı kelimelerin azizliğine uğramayalım. Derdimizi açık anlatalım. Pazar gününden söz etmiyorum. Bir şeylerin (yiyecek olur, antika olur...) satıldığı, belli günlerde kurulan, hareketli ortamları düşünüyorum.
Antika pazarı deyince, aklıma Alaçatı geliyor ilk. Bilirsiniz belki, Alaçatı, Çeşme’nin (hani masmavi bir denizi olan tatil beldesi) nadide bir köşesidir. Fakat, yaz geride kaldı, biz önümüze bakalım, Alsancak’taki meyve sebze pazarını bir dolaşalım.
Sözünü ettiğim pazar, tesadüf, pazar günleri kuruluyor, Alsancak’ın bir iki dar sokağı üzerinde. İtiraf etmem gerekir ki, pazarlardan çok keyif almama rağmen, onların kurulduğu sokakların sakinlerinden biri olmayı hiç arzu etmezdim. Neden derseniz, günün sonunda, bir savaş alanına döndüklerini tahmin edebiliyorum. Her yerde kutular, kağıtlar, artıklar...Tabii, temizleniyor oraları sonradan. Ama, işte, bir süre için, hele gece karanlığı yaklaşırken, oldukça karmaşık görünüyor sokakların kenarları.
Biz, pazarın güzel yüzüne bakalım. Konuyu iki koldan incelemek isterim:
1. Meyve ve sebzeler
2. İnsanlar
Her iki grup da, çok güzel yaratılmışlar. Evrenin ışığında bakıyorum: renk desen var, boy pos desen var. Üstelik, çeşitlilik de arzediyorlar. Biri birine benzemiyor.
Kavunlar, karpuzlar, elmalar, armutlar, lahanalar, turplar... Resmi geçit halinde, salına salına geçiyorlar önümüzden. Doğanın tüm renklerini gururla taşıyarak... Hormonlar sahneye çıkınca, mevsimlerin aklı karıştı gerçi, ama yine de meyve ve sebzeler güzeller.
İnsanlara gelince, pazarın toprakla uğraşan insanları, özel bir kitle benim için. Bilir misiniz, keyifle izlenebilecek bir Pazar Edebiyatı var. “Bir defter kalem al, otur bir köşeye, not et bu sözleri, cümleleri!” derim kendime ezelden beri. Henüz, kısmet olmadı. Aklımda kalanları, kalemime akıtayım bari.
Mandalina satan bir amcaya yaklaşıyoruz. “Mandalinalar güzel mi? Tatlı mı?” Cevap veriyor: “Olmaz mı? Sizin gibi tatlı.”
Geçen yıl, 14 Şubat Sevgililer Günü’ne yakın bir pazardı. Salata satan bir amca bağırıyor: “Gel, salataya gel. Sevgiline bir demet hediye et.” O gün hatırlıyorum, gözlerimin önüne, kırmızı kurdeleli, çiçek gibi sarılmış, bir maydanoz buketi gelmişti. Sağlıklı yaşamın bu kadar övüldüğü ve özlendiği günlerde, düşünceli bir hediye olurdu belki de.
Bazen pazarda, aynı anda o kadar çok bağırış yükseliyor ki, söz incilerini yakalamak mümkün olmuyor. Renk cümbüşü, ses cümbüşüne eklenince, panayır yerinde sanıyor insan kendini.
Tüm pazarcıların güleryüzlü olduğunu söylemek isterdim. İstemekle kalıyorum tabii. Nasıl meyveler çeşitliyse, insanoğlu da  pek bir farklı birbirinden. Bir patatesçi vardı, öyle suratsızdı ki, sonunda kendisinden vazgeçtik. Yeni bir amca bulduk. O da ayak üstü bize hayat dersi verdi: “Birbirinizin değerini bilin. Ben eşiminkini bilemedim. Artık o hayatta değil. Geç kaldım.”
Dükkanda, pazarda, havada, suda....Güleryüzle karşılanmak o kadar önemli ki. Bir çift hoş söz duymak, el sıkışmak, “iyi haftalar” dilemek...Yazın bütün gün sıcakta, kışın bütün gün soğukta, bir taburenin üstünde ya da hep ayakta bekleyip, dost bir yüzle hizmet eden pazarcıları saygıyla izliyorum. Rahat ve aydınlık ofislerinde çalışıp, gülümsemeyi unutan insanlar var.