Sicak

Sibel ALMELEK İŞMAN Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Saat 10:00. Hangi on? Sabahın onu. Otobüs durağına doğru ilerliyorum. Kent kartımı doldurmam gerektiği aklıma geldi. Durağın hemen yanındaki küçük beyaz kulübeye yaklaştım. Pencereden içeri daldı gözlerim. Güler yüzlü bir kadınla karşılaştım. Kartımı uzattım.
“Sabah soğuk oluyor. Sonra, öğlene doğru ısınıyor.” dedi.
Ben buram buram ısınmışım zaten. Sesim, sabah olmasına rağmen, yorgun çıkabiliyor ancak. “Haklısınız. İnşallah, yakında bitecek bu sıcaklar” dedim.
Kutudaki hanım, meğerse benimle aynı fikirde değilmiş: “Ah, ben üzülüyorum. Daha da sıcak olmasını istiyorum.” dedi.
Şaşıracak bile halim kalmamış benim ama, inanamıyorum duyduklarıma. O devam ediyor: “Ben kemiklerimin ısınmasını isterim. İliklerime kadar sıcağı hissetmek isterim.”
Bu sözler uçarken havada, kart işlemimiz de gerçekleşmişti. Karşılıklı, “İyi Günler!” diledik birbirimize. Ben ilerlemeye başladım kalabalık kaldırımın üzerinde. Aklım, kadında kaldı. Ufacık tefecik bir odada, kimbilir kaç saat geçiriyor. Yanında küçük bir radyo var. Başka da bir arkadaş yok. Belki ara sıra laflıyordur kent kart sahipleri ile. Ama kaç dakika sürebilir o sohbet, herkesin koşacağı bir yer varken. Sokağın gürültülü insan seli içinde, yalnız otururken, bir de yaz sıcaklarını göğüslüyor. Üstelik de bundan zevk alıyor. Kemiklerinin ısınmasını istiyor. Havaların soğuması için dua etmiyor. Allah Allah! İlginç. Benden pek uzak.
Oysa, ben en çok yaz mevsiminden korkuyorum. Her geçen sene ile birlikte biraz daha mı ısınıyoruz, yoksa bana mı öyle geliyor? Eskiden, yaz aylarında, bir iki damla yağmur düşerdi üzerimize. O mübarek günlerde, doğanın duşuyla biraz ferahlardık. Şimdi ondan da mahrumuz. Üç ay, kocaman bir sıcak bulutun içinde debeleniyoruz. Yazık değil mi bize?
Kartçı hanım, ısınmak istiyorum, dedi. Oysa,  eylemin adı ısınmak değil. Başka kelimeler kullanmamız gerekir, yaşadıklarımızı ifade etmek içim. Sizin için, deneme yapıyorum: pişmek, kaynamak, buharlaşmak, erimek...
Pek çok insan, itiraz etmek isteyecektir. Yaz mevsiminin güzelliklerini böyle karalayamazsın diyeceklerdir bana. “Engin mavilikleri kucakladığını, akşamları sahillerde yürüyüşler yaptığını, dondurma toplarını iştahla öptüğünü, canlı renkler giydiğini, açık hava konserlerine gittiğini ne çabuk unuttun?” diye söylenen gözlerle kınayacaklardır beni. Tamam, bir iki hoşluğu vardır bu mevsimin. Ama, öyle zor ki, sokakta yürümek, evde oturmak, her adımda biraz daha tükenmek, sıcak bir tünelin içinde kan ter içinde mücadele etmek...
Sıcak aklımı başımdan almış. Bir solukta dökmüşüm bu sözleri. Anafikri açıklıyorum: Yazı geride bıraktığımız için memnunum. Yaşasın eylül!
“Sonbahar, hüzün mevsimidir” derler. Ben, demem. Hep başlangıçları düşünürüm bu mevsimde. Çünkü, hayat yeniden yola çıkar. En azından, kent yaşamı için söylenebilir bu. Eğitim, medya, kültür ve sanat kurumları, uykularından silkinir. Uyku demişken, ayıların kış uykusu geldi aklıma. Biz insanlar için, yaz uykusu uygun görülmüştür sanki.
“Mayoları bırakıyoruz. Ne mutlu. Ben paltomu özledim.” diyebilir miyim?
Sayın yazseverler, lütfen hüzünlenmeyin.