Hep büyükler, hep büyükler...

- Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Ligin 7. haftasındayız... Fenerbahçe 5 puan kaybetmiş, Beşiktaş 9, Galatasaray 11... Fenerbahçe’nin kayıpları rakiplerine oranla, normal kabul edilebicek dolaylarda ancak, sene başında telaffuz edilen Scolari, Capello gibi isimlerin arasından ansızın çıkıp görev alan Zico’nun “tat vermez” halinin etkisiyle onun yarattığı algı da ezeli rakiplerinin yanında bir yerlerde konumlanmış durumda. Uzun lafın kısası, İstanbul’un “majör”leri sezon başlangıcında beklenilenin gerisinde futbol oynuyorlar ve puan topluyorlar.

Klasik deyimlerle konuşursak; Alexli, Kezmanlı Fener, Ricardinholu, Delgadolu Kartal ve Necatili, Inamotolu Cimbom sezona hayalkırıklığıyla başladılar.

Kamuoyunda oluşan 3 büyüğe yönelik algı bir yanılsama değil fakat kanımca eksik. Yani... Ne Fener, ne Cimbom, ne de Beşiktaş (cümlenin başlangıcının tezahürata benzediğinin farkındayım) güvenilir, sağdan soldan rakibi rahatsız eden, sağlam futbol oynamıyor. Ancak büyükler (altın yıllarının son 2 sezonundaki Galatasaray’ı ayırmayı tartışabiliriz) hiç bir sezon, transfer döneminde taraftarlarının hayalini kurdukları o “bayıltıcı futbol mit”ine ulaşamadılar. Yalnızca sezon başlarında değil, hiç bir zaman... Geçmişin Hollanda’sının, bugünün Barcelona’sının oynadığı futbol bizim için hep teoride (veya “bu sene şöyle oynayacağız” tarzı demeçlerde mi demeli) kaldı, pratikte vasatın altında kaldık hep...

Bir de bunun dışında, oldum olası Avrupa’ya bakarak -yalandan- yakındığımız ancak iş uygulamaya gelince hiç mi hiç istemediğimiz bir durum var: Ligimizdeki diğer takımların daha dişli hale gelmesi, sadece sezon sonu lige asılmayıp sezon başında da büyüklere kafa tutmaları, puan durumunda büyük uçurumların yaşanmaması, büyüklerin “de” deplasmanda puan kaybetmelerinin normal karşılanması, hatta deplasman beraberliklerinin iyi sonuç statüsüne yükselmesi... Eşittir ligin daha kaliteli bir hale gelmesi...

Örneklersek, basınımızın Vestel Manisaspor’un geçen yıldan beri izlediği politikayı göz ardı edip (Zelenka’nın Anadolu’ya getirilebilmesi, Rafael’in 2. Lig’den alınıp bir 1. Lig golcüsüne dönüştürülüşü, G.Saray’a döndükten sonra farkedilen Arda gibi birçok gencin doğru yerlerde oynatılarak parlatılmaları, vs...) ilk çıkış belirtisinde Ersun Yanal’ın Fenerbahçe’ye transfer olacağı dedikodularına odaklanışı bahsettiğim “büyükler dışından bir takımın büyümesini kabullenememe” rahatsızlığının bir belirtisi.

Şu an büyüklerin güzel top oynamaması kaybettikleri puanlar için mantıklı bir açıklama gibi gözükebilir. Çok güzel top oynadıklarını iddia etmek zaten mümkün değil. Ama Antep’in, Manisa’nın, Sakarya’nın hiç mi payı yok puan tablosunun şekillenmesinde?

Evet ben de Manisa’nın daha önceki dönemlerde Kocaeli’nin, Bursa’nın, Gaziantep’in veya Gençlerbirliği’nin yaşadığı gibi düşüş yaşayabileceğini ve zirvede sonu göremeyeceğini düşünmüyor değilim. Ama ligin hemen başından etkisini gösteren “İstanbulcu” mentalite de hiç hoşuma gitmiyor.

Zico, Gerets, Tigana gibi teknik direktörler Capello’nun, Scolari’nin mensup olduğu üst sınıf teknik direktörler kulübünden değiller. Ancak bizim gözbebeğimiz olan 3 büyük takım da ekonomiyi bir kenara bırakalım mentalite, futbola bakış, yönetiliş biçimi, taraftar profili açılarından bu adamların görev aldıkları, alabilecekleri takımların epeyce gerisindeler. O noktaya nasıl geliriz? Ligin büyük abileri kolaya konmayı bırakıp, zorlandıkları zaman... “Bu sene şampiyon olalım” hedeflerini bu kadar anlık kararlarla gerçekleştiremedikleri zaman... Yani ligin küçükleri onları planlı programlı davranmaya, futbolun bugününe uygun, uzun vadeli kararlar almaya zorladıkları zaman... O zaman hep beraber büyürüz. Bunun sağlanması tabii ki sadece basının tutumuna bağlı değil. Basının bu işe bakışından önce bir dolu faktör var. Ancak basının “büyükten çok büyükçülüğü” bırakıp farklı bir perspektifi benimsemesi de bu yol için bir çıkış noktası olabilir.

Bırakın Ersun Yenal Manisa’da kalsın... Kral olduğu şehri bırakıp iki senede 1 maç oynayan Zafer Biryol’lardan sıkılmadık mı?