Maziyi eşelerken, bir kase reçel buldum

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Artık nostaljik yaşamak istemiyorum. Geçmişin güzelliklerini geride bıraktım. Eski renkleri, eski tatları, Arnavut kaldırımlarını; Nişantaşı’nda doğup büyüdüğüm evin arka bahçesinde tavuskuşlarının yelpaze gibi açılan binbir renk kuyruklarını; Büyükada’da Malül Gazi 26’da geçen çocukluk günlerimi, mısırların üzerindeki püskülleri; her sabah boy boy güğümleriyle gelen Sütçü Ali Efendi’yi, pazar günleri üzeri pırıl pırıl parlayan pirinç kapaklı cam şişelerin bulunduğu ayakkabı sandığıyla gelip diş fırçasını beyaz boyaya daldırıp sıra sıra dizilmiş ayakkabıları boyayan, ardından da bordo kadife bezle parlatan Kaprel’i ki, aynı zamanda evin bahçıvanıydı (Kaprel’in asıl adının Gabriel olduğunu yıllar sonra kavrayacaktım)... Bütün bu yaşanmışları artık özlemle anmak istemiyorum. Olsa olsa, bir gün yazacağım bir kitapta, kullanacağım ayrıntılar olarak belleğimin bir köşesinde kalmalarını diliyorum.
Malül Gazi 26’da birkaç nesil büyüdü. Çocuklar için, kalabalık ailede yaşamak büyük zenginlikti. Büyükanneler evin hakimi, ortada kalan annemlerin nesli ise, ‘masapan’ gibi ezilenlerdi. Yeni gelin olarak Ada evinde ilk kez temizlik yapacak olan yengem, üç katlı tahta evin neresinden başlayacağını bilemediğinden, bahçeye çıkıp bir demet çiçek koparıp vazoya yerleştirmiş, sonra da seyretmeye koyulmuştu...
Bu güzel ailede, çok güzel insanlar yaşadı. Şimdi çoğu hayatta değil. Ve ben zaman içerisinde sevdiklerimi yitirdikçe, insanlara fazla bağlanmamam gerektiğini öğrendim. Ama gene de o günlerde insanlar güleryüzlü, gök ise hep berraktı.
* * *
Roş Aşana arifesinde bu kadar derinlere inmenin ne gereği var? Veya ‘senin çocukluğundan kime ne?’ demeyin. Çoğumuzun altyapısı sağlıklı çocukluk günlerine dayanır. Hemen herkesin ailesinde bir ‘Tante Ester’ veya bir ‘Tante Lina’ vardır.. Ve onlar da muhtemelen bayram öncesi elma reçeli yapardı. Birinin yaptığı, ötekininki kadar başarılı olmamışsa, kabahat mutlaka elmanın cinsindeydi!
* * * 
Or-Ahayim’in bayram hediyeleri arasında ‘elma reçeli kasesi’ni gördüğümde işte böyle birden gerilere gidiverdim.
Bütün kurumlarımız bu dönemde çok sıkı çalışır. Hepsinin yerine getirmesi gereken ağır sorumlulukları vardır. Mutlaka her biri ayrı ayrı, aynı konuyu irdelemiştir. Bir öneri getirsem, acaba düşüncelerimiz örtüşür mü? En azından başkanlar öncü olur mu?
Bu sene hava puslu, hem de çok puslu.
Bir kişiye on tane elma reçeli hediye edilecekse, sadece sembolik olarak bir kase ve yanında on kişinin adının yazıldığı bir liste iliştirilirse kanımca herkes için daha ‘hayırlı’ olur.
Elma kasesi sadece bir örnek.
Malum, trafik felaket. Yollarda fazla izdiham sıkıntı yaratabilir. Tabii, sırf reçeller yolda bozulmasın, ya da tabaklar yere düşmesin (!) diye bir hatırlatma yapıyorum.
* * * 
Sözde maziyi eşelememeye çalışırken, kapağında, üç tekerlekli kırmızı bir çocuk bisikleti bulunan bir kitap gördüm. Üstelik gidonun iki yanında tutacak yerlerinden mısır püskülü gibi saçakları vardı. ‘Nostalji yok’ diyorum, ama selesinin dokusunu bile hissettim... Bisiklet sizi ilgilendirmeyebilir, ancak kitabın adı: “Maziyi Eşelerken”. Yazarı ise, Rıfat N. Bali. Ve bana göre Bali’nin şimdiye kadar yazdığı en başarılı kitap. Nedenine gelince, okunması rahat, anlaşılması kolay. Okura ‘armut piş ağzıma düş’ şeklinde sunulmuş. Bazı armutlar boğazınıza takılıyorsa da, mükemmel dipnotlarıyla verilmiş bir yapıt.
Kitaba nefes getiren bir farklılık da var. Her ne kadar, hava puslu, diyorsak da, arka kapakta gülümseyen bir Rıfat N. Bali görmek, insanın içini açıyor. Kapak tasarımı nostaljikse de, içeriği tümüyle otantik.
İyi okumalar dileğiyle.