Yaşam, ölüm ve ödül

- Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Oğlunu genç yaşta kaybeden bir baba her zaman fikir alışverişi yaptığı rabbiye isyanla karışık bir ses tonuyla sormuş: “Rabbi, benim oğlum melek gibi bir çocuktu, kötülük nedir bilmezdi. Ben dinimin gereklerini yerine getirmek için azami çaba gösteren bir insanım, hep Tanrı’nın yolundan gitmek için çabaladım, peki niye bu geldi benim başıma? Ben bunu hakettim mi, oğlum haketti mi?” Rabbi acılı babayı anlayışla karşılamış: “Bazen Tanrı’nın planını anlayamayız, ne kadar uğraşsak da resmin 100’de birini görmekten başka birşey yapamayız... Beni hoş görürseniz, size bir hikaye anlatmak isterim.” demiş ve babaya aşağıdaki hikayeyi anlatmış:
Bir zamanlar, uzak ülkelerin birinde bir prens yaşarmış. Prens, 20’li yaşlarına kadar hayatın gerçekleriyle pek ilgilenmemiş, hayatını kendisi dışındaki konuları pek önemsemeden kafasına göre yaşamış o zamanlara dek. Ancak 20 yaşından sonra karşısına çıkan ve prensin yoğun ısrarları sonucu öğretmeni olmayı kabul eden yaşlı bilge sayesinde yaşamı bambaşka bir hal almış. Hayatını boşa harcamaması gerektiğini, bu dünyaya geldiyse birşeyler yapmak için geldiğini anlatmış ona yaşlı bilge. Hergün yeni birşey öğrenen prens bambaşka bir tutumla yaşamış geri kalan yıllarını. Prensin yardımsever, içinde Tanrı korkusu olan bir kişi olarak devam ettirdiği hayatı 80 yaşına geldiğinde sona ermiş. Hayatına ülkesinde efsane haline gelmiş bir kral olarak veda eden kahramanımız için artık büyük ve adil yargıcın önüne çıkma ve yaşadığı hayat ile ilgili hesap verme zamanı gelmiş. Büyük ve adil yargıç “Seninle gurur duyuyorum.” demiş prense, “Hayatını benim yolumdan giderek devam ettirdin, iyi bir insan oldun, zamanını boşa harcamadın, kendini benim sana işaret ettiğim yaşam şekline adadın. Fakat hayatının ilk 20 yılını gerektiği gibi yaşayamadın, bu yüzden seni tekrar geldiğin yere, dünyaya yollayacağım. 20 sene içinde kalan görevini tamamlayıp hakettiğin ödüle kavuşmak üzere yine buraya geleceksin.”
Hayatı öyle bir yaşıyoruz ki, hergün kulağımıza çalınan kötü olayların bizim başımıza hiç gelmeyeceğini, hep uzaklardan duyduğumuz birileri tarafından yaşanacağını düşünüyoruz. Ancak ateş tam ortamıza düştüğü gün, sorguluyoruz, kendimizi yırtıyoruz ama maalesef bir anlam bulmaktan aciz kalıyoruz onlarca “niye” sorusu arasında... Can dostumuzu, hayatımıza neşe saçan Esra’yı yakın zamanda kaybettiğimizde sorduğumuz bütün “niye”ler de aynı şekilde hala havada duruyor... Yukarıdaki hikayede olduğu gibi resmin küçücük bir kısmını görmekten ileriye gidemiyoruz, ne kadar zorlasak da olmuyor. 
Dün gece sahilde sabahladık arkadaşlarla. İçimizden biri sordu “Niye iyiler erken ölür?” diye... Cevabını hiç birimiz veremedik, hiç bir zaman da veremeyeceğiz muhtemelen... Ama bildiğimiz şu ki eğer bu dünyada erken ölen iyiler de varsa ölüm kaybetmek değildir. Çünkü Tanrı bize onun yolundan gidenin, kötülüğü de içinde barındıran hayatta, bu sınanma mekanında, “iyi” kalmayı başarabilenin ödüllendirileceğini garanti etti. Ama bu dünyada, ama başka bir yerde... Yolun doğruysa ödüllendirileceksin...
Hayatta bazen öyle noktalara geliyoruz ki, herşeyi başarabilecek, gerçekleştirebilecek güce sahip hissediyoruz kendimizi. Oysa o en güçlü hissedilen noktada bile, koskoca evrende ufacık bir noktadan fazlası değiliz aslında. Ne kadar istesek de zamanı geriye çevirmekten aciziz mesela. Aynı şekilde, hayatımızı kaç gün, kaç ay, kaç yıl yaşayacağımızı biz belirleyemiyoruz. Ama nasıl yaşayacağımızı belirleme şansına sahibiz. Yüce Tanrı bize özgür iradeyi verdi, iyiyle kötüyü ayırma ve seçme gücünü verdi. Gitme vakti geldiğinde, siren çaldığında, arkamıza dönüp baktığımızda göreceğimiz resim tamamen bizim seçimlerimizden oluşuyor olacak.
İnanıyorum ki, o sıcacık gülümsemesiyle içimizi ısıtan Esramız da iyiliğiyle güzelleştirdiği onca hayata, onca ana, ve neşeyle, gülerek, mutluluk saçarak, hep bardağın dolu kısmına bakarak geçirdiği kendi hayatına bakıp gurur duyuyordur kendisiyle. Bunun yanında, her nerede bulunuyorsa oraya da neşesiyle, güzel karakteriyle kendinden birşeyler katıyordur.
Bize kalan da kısa zamanda ondan gördüklerimizi kendimize katmak; yani onun hep yaptığı gibi hayata neşeyle bakmak, her durumda gülebilmek, yanımızdakileri de güldürebilmek...
Bulunduğun yerde de hep gülen güzel yüzün hiç solmasın Esruchita! Mekanın Cennet olsun. Seni asla unutmayacağız...