Ateşkesten önce önemli gelişmeler

Erol Güney Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

İsrail Ordusu, Hizbullah birimlerini Litani Nehri’nin gerisine çekerek, bölgedeki sığınakları, depoları ve  yığılmış her türlü silah ve cephaneyi  yok etmeyi planlıyor. Bu işlemi Güvenlik Konseyi’nden gelecek ateşkes kararından önce 1 haftada tamamlamak istiyor.
Yeni ihtiyat birimlerinin katılımıyla güçlenen İsrail Kara Kuvvetleri, Lübnan ile  aralarındaki sınırda  hiçbir Hizbullah yerleşiminin kalmadığı ve Hizbullah’ın giremeyeceği 2 kilometrelik  güvenli bir bölge oluşturmak istiyor. Böylece; sınır bölgesine yakın yerlerde endişe ile yaşayan İsrailliler kendilerini güvende hissedebilecekler.
Harekatın ana hedefinin Hizbullah’ın silahlarının tamamen imha edilerek gücünün yok edilmesi olduğu söylendi.
 Eğer başta harekatın Hava Kuvvetlerinin  yıkıcı gücü ile  gerçekleştirilmesi kararı alınmasaydı, daha kısa zamanda başarıya ulaşılırdı.Ama görüldüğü üzere Hava kuvvetleri  her yeri harabeye döndürürken, birçok masum sivilin de yaşamına mal oluyor.Bu tutum ise, dünya kamuoyunu İsrail aleyhine çeviriyor.
Bu nedenle  kara kuvvetlerinin   küçük bir birimle harekata katılmasına karar verildi.
Çünkü Tsahal Suriye’ye ve dünyaya İsrail’in bir kez daha Güney Lübnan’a girmek ve orada kalmak arzusunda olmadığını belirtmek istedi. Bu nedenle çarpışmalar sonucu yarı yarıya harap olan Nasrallah’ın karargahı  Bint Jbail  boşaltıldı.
Göreve çağırılan 30 bin İsrailli  ihtiyat askerinin hemen hemen hepsi   olumlu cevap verdiği gibi çağırılmayan bir çok kişi de askeri güçlere katılmak istedi. Bu da halkın Hizbullah tehlikesine son vermek için çarpışmayı  göze aldığının bir göstergesi.

Kana trajedisinin sonuçları
İsrail’in ileri sürdüğü sebepler kabul edilmedi. Tabii ki Kana’da  masum sivillerin öldürülmesi trajedisi  olmasaydı, İsrail için çok daha iyi olurdu. Gelişen olayları daha iyi anlamak istersek,yarı Müslüman yarı Hıristiyan olan  köy İsrail’e roketlerin yollandığı yerleşim bölgesiydi. Hava kuvvetlerince çekilen fotoğraflar İsrail’e yollanan Katyuşa füzelerinin rampalarının evlerin altında olduğunu gösteriyordu. Ama saklanmak amacıyla sığındıkları evde hayatlarını kaybedenler, bu gerçeği bilmiyorlardı.
Kızılhaç’tan edinilen son bilgilere göre Kana’da 19’u çocuk olmak üzere 28 kişi öldü. Gönül bu sayının önceden söylendiği gibi 57’ye çıkmamasını diliyor. Tabii bu yaşanan faciayı kabullenmek anlamına gelmiyor. İşte burada Lübnan’da yaşanan ikilemi görebiliyoruz. İsrail Güney Lübnan’da yaşayan sivillere bir çağrı yaparak savaş bölgesini terk etmelerini istedi.
Çünkü bu yerleşimler Hizbullah tarafından kullanılmaktaydı. Bu etken boş olduğunu düşündükleri evlere neden saldırı yapıldığını açıklıyor. Hava Kuvvetleri köydeki diğer evler gibi bu evin de Hizbullah tarafından gönderilen roketlerin ve rampaların saklandığı yer olduğunu düşündü. Ev, bombardımandan bir kaç dakika sonra saat 01:00 da yıkıldı ancak Kızılhaç’ın haberdar edilmesi ve olay yerine ambülansları yollaması  saat 07:00’ yi buldu.
Tabi ki bu da  Olmert’in kararını haklı göstermez.
Hemen hemen herkesin aklına “Nasıl oluyor da bu facianın sonucunda sadece iki günlük kısmi bir ateşkes ilan ediliyor” sorusu geliyor. Oysa 10 yıl önce, aynı köyde yaşanan benzer bir olayda dönemin başbakanı  Şimon Peres operasyona son verme kararı almıştı.  Yoksa insanlar, bu gibi trajedilere alıştı mı?  Olabilir, kamuoyu Irak’ta veya Afganistan’da bu türden yanlışlıklara ne yazık ki tanık oluyor.
Ancak asıl neden: 10 yıl önceye oranla Hizbullah’ın daha da güçlenmiş olması. Bu nedenle şimdi daimi bir ateşkesi kabul etmek Hizbullah’a önemli başarı sağlar.
İsrail bölgede varlığını sürdürebilmek için, güçlü olmanın dışında, güçlü olduğu imajını da korumak durumunda.

İsrail güçlü olmak zorunda
Bu amaçla gerçek bir ateşkes sağlanıncaya dek, Tsahal güçlü olduğunu kanıtlamaya çalışacak.
Bu operasyon sırasında, aralarında örgütün ileri gelenleri dahil olmak üzere  200’yü aşkın Hizbullah militanı öldürüldü; uzun menzilli roketlerinin büyük bir kısmı yok edildi, ancak her şeye rağmen halen 9ᆞ bin kadar kısa menzilli Katşuya roketlerine sahip. Sonuç ne olursa olsun hemen hemen herkes Hizbullah’ın yeniden İsrail sınırına dönmeyeceği kanısını taşıyor.
Daha fazlası beklenebilir mi? Eğer Bush’un istediği gibi  bir uluslararası güç kurulursa, - bu güç İsrail- Lübnan ve Lübnan – Suriye sınırlarını denetim altına alır böylece Hizbullah’ın yeniden  silahlanmasına engel olursa- kuşkusuz bölgede sükunet sağlanmış olacak.
Bu konu sadece Hizbullah’ı değil Suriye ve İran’ı da çok yakından ilgilendiriyor. İran  dışişleri bakanı Beyrut’a geldiği halde nasıl oluyor da, İran “Biz katiyen Hizbullah’a silah yardımında bulunmadık” diyebiliyor. Diplomaside yalan söylenebilir, ama bu kadar açık bir yalan gerçekten şaşırtıcı.

Sınırlara uluslararası güç
Bir uluslararası güç hakkında da bazı noktalara değinmek gerekir. İsrail uzun bir süreden beri, böyle birliklerin sınıra yerleştirilmesine taraftar değildi. Çünkü bu konudaki deneyimler  olumlu  sonuç vermemişti. Ama şimdi görüyoruz ki İsrail, bazı şartlar altında bu gibi birlikleri gerekli görüyor. Eğer böyle bir uluslararası güç, hem İsrail- Lübnan, hem de Lübnan- Suriye sınırında bulunursa Hizbullah İran’dan silah yardımı alamayacak.
Lübnan’ın Kana Köyü’nde yaşananlardan sonra, Lübnan halkının güçlü bir uluslararası gücü destekleyeceğini ümit ediliyor.
Kana saldırısından önce Hizbullah’ın elinde tuttuğu İsrailli askerin iadesi sorununa, bir çözüm yolu görünüyordu. Ama şimdi bu çözüm yolu kapandı ve onların özgürlüğe kavuşmasına yeni engeller çıktı. Hamas’ın  kaçırdığı İsrail askerinin serbest bırakılması için gizli görüşmeler yapılıyor.  Her üçünün de hayatta olması sevindirici.
Yazımı kaleme aldığımda İsrail’in Dışişleri Bakanı Tsipi Livni bir açıklama yaptı. Açıklamaya göre Kana trajedisinden sonra, İsrail’e dost bazı batılı ülkeler ateşkes konusunda tutumlarını değiştirdiler ve İsrail’in çıkarlarına karşı görüşler ileri sürdüler.
Kana’da yaşananlar uzun süre hafızalardan silinmeyecek. Ama Hizbullah’ın attığı roketler sonucunda onlarca  kişinin yaşamını yitirdiği ve  27 sivilin de ağır yaralandığı, halkın büyük bir kesiminin günlerce sığınaklarda yaşamak zorunda kaldığı  unutulmamalı.