Yalnizliğin Başkenti

Avram VENTURA Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

-Artık kimse çalmıyor kapımı!
İlerlemiş yaşında, yakın arkadaşları bir bir dünya sahnesinden ayrıldıkça, yalnızlığının giderek artmasının kaygısı, bu sözlerde duyumsanabiliyor. Bedensel işlevlerin azalmasıyla birlikte, bazı insan ve etkinliklerden uzak kalmak doğal sayılsa da, kimi için bunları sindirmek güç olmaktadır. Yalnız olmanın sıkıntısını dile getiren, bir apartman dairesi içine sıkışmış bir insanın bu sözlerini sıkça dinliyorum; ama çare bulamamanın ezikliğini de, zaman zaman yaşıyorum.
Bu duygu, her insanın sosyal yapısı ve kültürel birikimine göre farklılıklar gösterirken, her yaşın yalnızlığı da başka olmaktadır. Çocuklukta ya da gençlikte, rüzgâr gibi esip geçen geçici yalnızlıklar duyumsanırken, yaşlılıkta bunun kalıcılığını yaşamanın dayanılmaz ağırlığı, kişiye daha ezici gelmektedir. Yine bir yoksul ile bir varsılın, bedensel özürlü biriyle sağlıklı bir kişinin, kültürlü biriyle bir cahilin yalnızlıkları farklı bir yüzle gösterir kendini.
Dünya yazınını düşündüğümüzde, yalnızlık üstüne yazılmış yapıtlar o denli çok ki... Bu konu, sanatın temel izleklerinden biri sayılabilir. Değil mi ki insanla ilgili, ona özgüdür, öyle olmasını da doğal karşılamamız gerekiyor. Hangimiz yalnız kalmadık, yalnız bırakılmadık, zaman zaman yalnızlığı duyumsamadık ki?.. İster kendi seçimimizle olsun, isterse dileğimiz dışında gerçekleşsin, birliktelikler kadar, yalnızlıklar da yaşamımızın ayrılmaz birer parçası. Bu duygu, kimi zaman bizi mutlu ederken, kimi zaman da hüzünlendiriyor, kaygılandırıyor, acıtıyor...  Ama yazmak için de esin kaynağı olabiliyor.
Nitekim Marguerite Duras, Yazmak adlı denemesinde şöyle diyor:
"Yalnızlık, o olmadan hiçbir şey yapamayacağımız şeydir."
Cemal Süreya’nın şu dizeleri geliyor dilimin ucuna:
"Biliyorsun ben hangi şehirdeysem / Yalnızlığın başkenti orası"
Ben en çok kalabalıklar içindeki yalnızlıktan korkarım. Herkesin yabancı gözlerle baktığı, bir iletişimden, bir gülümseyişten, sıcak bir dokunuştan uzak... İnsan okyanusunda, dev dalgalarla dövülen küçücük bir ada... Orman içinde tek başına bir ağaç! Bunu nasıl istersek nitelendirelim, insan sıcaklığını duyumsamadığımız bir ortamda, her zaman yalnızız. Bundan sıyrılabilmek için karşılıklı olarak konuşabilmeli, birbirimize dokunabilmeli, kimi değerleri hiç sakınmadan paylaşabilmeliyiz.
Sait Faik bir öyküsünde, "Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme, sinme günleri doludur." diyor. Belki de bu kentlerin kalabalığı, yalnızlığımızı bir tokat gibi yüzümüze vurmada daha etken olmaktadır.
Bir denemenin sınırları içinde yalnızlıktan söz ederken, benimle birlikte başkalarının da duygu ve görüşlerine sığınıyorum ki, bu da bir bakıma yanlış düşüncelere sürükleyebilir. Diyelim ki uzun süre bir başıma bulunuyorum, buna karşın okuduğum kitaplar, tutkunu olduğum uğraşlar, beni bir şekilde oyalayabiliyor. Böylece bir başka insanın eksikliğini, sınırlı da olsa doldurabilirim.
Sanırım yalnız olduğumu düşündüğüm zamanlar dışında, yalnız değilim!