Gel-git ve Deniz Yildizlari

- Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Sosyoloji derslerimizin birinde, hocamız Afrika ülkelerine veya farklı kesimlere yönelik yardım kampanyalarının farkına varılmayan bir etkisinden söz etmişti. "Bir yardım eli de siz uzatın!", "Seyirci kalmayın!" şeklindeki ünlemlerin sistemden ileri gelen eşitsizliklerin, kişilerin üzerine "yardım etme veya etmeme" problemi şeklinde yüklenerek bir bakıma aklandığını belirtiyordu. Dünyadaki eşitsizliğin altında aslında bir sistem sorunu yatıyor ve bu eşitsizlik bireysel ilişkilere indirilince (kişilerin yardım edip etmemesine bağlanınca) eşitsizliğin kaynağı olan sistem bir şekilde besleniyordu. Doğruluk payı var gibi... Yani "Dünyadaki fakirlik benim yol açtığım bir problem değil, öyleyse neden ben kendimi kötü hissetmeliyim?" fikri makro açıdan baktığınızda doğruluk arz ediyor. Zaten şunu da eklemeliyiz ki, sosyal yaşama geniş açıdan (yani toplumlar, sistemler açısından) bakan kişiler için hepimizin bir yerden duymuş olduğu deniz yıldızı hikayesi saçmalıktan başka birşey değildir. Karaya vurmuş yüzlerce deniz yıldızının arasında gözüne çarpanları birer birer denize atan kişi "hepsini kurtaramazsın ki" diyen arkadaşına "ama kurtardıklarım yaşıyor" şeklinde cevap verir ya, bahsettiğimiz hikaye odur işte. Makro teorisyenlere göre deniz yıldızlarını teker teker denize yollamanın bir yararı yoktur, esas olan onları karaya vurduran sebebin üstesinden gelmektir.
3 senedir sosyolojiyle oldukça haşır neşir olan bir kişi olmama rağmen, ne kişisel ilişkileri hiçe sayarak sosyal dünyayı açıklamaya çalışan makro teorilere ısınabildim, ne de fazlasıyla sempatik bulduğum bu hikayeye karşı tavrım değişti. Kişisel seviyede insanlara yardım etmenin, sistemi değiştirme çabalarından çok daha yararlı olduğuna inancım da sosyolojiden çok farklı bir alanda elde ettiklerimle sağlamlaştı.
Din konusunda bilgili olan insanlardan edindiklerime göre, dünyanın yaratılma sebebi zaten "vermek" üzerine kurulu...Şöyle açıklayabiliriz... Hayatta sevgimizi nasıl gösteririz? Kendimizden birşeyler vererek... En saf sevgi olduğuna inanılan anne sevgisi bunun kanıtıdır aslında. Anne, her zaman kendini önemsemeksizin çocuğuna dünyaları vermeye çalışan bir kişi olarak yer etmemiş midir zihinlerde? Buradan yola çıkarak söyleyebiliriz ki, sevginin özü kendinden birşeyleri vermekten başka birşey değildir. "Mutlak sevgi", "mutlak iyilik" olan Tanrı da kendisinden vererek bu dünyayı yaratmıştır. Tanrı insana kendisinden bir parça vermiş ve onu bu şekilde yaratmıştır. Bu dünyadaki amacımız da Tanrı’nın bir parçası olarak sevgimizi göstermek, yani kendimizden vermek üzerine kurulu olmalıdır. Tanrı’ya dua etmek de, insanlara yardım etmek de bu bağlamda düşünülebilir.
Bunun yanında başka bir noktaya da dikkat çekmek istiyorum. Tora’ya göre biz insanlar belli bir miktarda tzadaka (sadaka) vermekle yükümlüyüz. Bu yükümlülüğün belirtilmesiyle ile zaten en baştan dünyadaki –en azından ekonomik- eşitsizlik kabul edilmiş oluyor. Şöyle ki; mutlaka ekonomik açıdan güçlük çeken insanlar olacak ki daha iyi durumda olanların onlara yardım etme yükümlülüğü olsun. Deniz yıldızlarının karaya vurmasına yol açan gel-git doğanın değiştirilemez bir özelliğiyse, genel anlamda eşitsizlik de bu dünya için öyle.
Ancak bu eşitsizlik dünyanın güzelleşmesi için bir engel teşkil etmiyor. Yine Tora’nın öngördüğü konulardan biri olan insanların birbirleriyle olan bağlantısı bu noktada devreye giriyor. Buna göre, bir kişinin başka birine göstermiş olduğu sevgi tüm evrene bir etkide bulunuyor aslında. Belki de yardım ettiğinizde içinize hakim olan o huzur verici his de buradan ileri gelmektedir.
Beynimizle bu dünyada yüzde yüz düzgün olmadığına inandığımız durumları sorgulamaya öylesine dalıyoruz ki, beyin kadar önemli başka bir organımızı göz ardı edebiliyoruz bazen: Kalbimiz. Kalp, bize insaniyetmizin özünü hatırlatır. Kalpten yola çıkan sevgi, bu dünyanın ne üzerine kurulu olduğunun göstergesidir. Dünyanın daha güzel bir hal alması da, yaşamımıza bir anlam katabilmemiz de hep kişisel düzeyde sevgimizi göstererek, yani kendimizden birşeyleri gönüllü olarak vererek gerçekleşecektir. Enerji denilen şeyin varlığına inanıyorsanız, Barınyurt, İhtiyarlar Yurdu gibi bireysel düzeydeki küçük vericiliklerin inşa ettiği kocaman binalara bir sokun kafanızı, farklı birşeyler hissetmemeniz mümkün değil. İnsanın insanlığının daha bir farkına varmasına yol açan hissi hissetmemek...
Deniz yıldızlarını atmaya devam...