Klişelere karşi duran adam

- Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Bütün sezon gülmedi. Gol attı gülmedi, maç kazandı, kazandırdı gülmedi, takımının üzerine uzun süredir çökmüş olan kara bulutları bir nebze de olsa dağıtan kupayı kazandırdı yine gülmedi. Beşiktaş’ta mutlu olmadığı da Fenerbahçe’yi sevmediği de sır değil. Ama kendisine siyah-beyazlı forma uzatıldığı zamanlarda, bu diyarlardan bir an önce göçüp gitmek için gün saymasına rağmen "ayağım ağrıyor" demedi. Çıktı, oynadı, tribini attı ama oynadı... Netice olarak da kupa performansını da göz önünde bulundurduğumuzda takımı adına sezonun en verimli oyuncusu oldu. Tümer Metin’in kendi deyimiyle "çok Fenerli’nin olduğu bir ortamda" büyümesi ve buna karşı kendi karakterinden doğan protest bir duruş geliştirmesi Beşiktaş’a transfer olduktan sonra ezeli rekabeti damarlarında hissetmesiyle birlikte "Fenerbahçe’den nefret ediyorum"a gelen açıklamalar yapmasına neden oldu. Fenerbahçe taraftarının da bu lafların üzerine kendisine ne gözle baktığını belirtmeye gerek bile yok doğal olarak. Ama Fenerbahçe’yi kupa finalinde bir sene daha hasret çekmeye iten kişi olduktan sonra sergilediği tavır ve ortaya koyduklarıyla Tümer’i diğerlerinden ayrıştıran noktanın gülmemesi, aykırı duruşu değil, endüstriyelleşen futbolla ve bizim coğrafyanın ortalama futbol anlayışıyla taban tabana zıt karakteri olduğunu gördük.
O Beşiktaş’ın çok aradığımız Seba dönemindeki yönetim anlayışından çok uzaklarda olan ve buram buram nefret kokan açıklamalarıyla ön plana çıkan işverenleriyle aynı yolda gitmedi, tersine modanın gerilim olduğu zamanımıza fazlasıyla romantik kaçacak şekilde kameralar aracılığıyla mahalle arkadaşına gönderme yaptı. Ne Aziz Yıldırım’la işi vardı, ne Fenerbahçe’nin parasıyla, ne başka birşeyle... Kupayı aldıran adam, bunun nefretle yoğrulmuş ama politik kelimelerle şekillendirilmiş dışavurumunu başkalarına bıraktı. O çıkıp takımını sırtlayarak büyük pay sahibi olduğu kupa zaferini iddialaştığı Fenerbahçeli arkadaşına hediye etti. Kupa finalini takip eden dördüncü günde Tümer’in takımıyla Galatasaray karşılaşıyordu. Tümer, Galatasaray’a, sevmediğini aleni şekilde dile getirdiği Fenerbahçe’yi şampiyonluk için umutlandıran golü attıktan sonra sevip sevmemek konusundaki özgürlüğünü oynadığı oyuna saygı duymakla karıştırmadığını tasdiklemenin vermiş olduğu huzuru gördük gülmemesine alıştığımız suratında. Son dakikada Cordoba’nın hatasıyla kaybettikleri ve Cordoba’ya bu yüzden çıkıştığı maçın ardından mikrofonların önüne çıktı: "Benim gönlüm kendi adıma rahat." dedi. "Klişeler ülkesi Türkiye"de insanları gerenlerden bahsetti, karşısında kendisine mikrofon uzatan Ömer Güvenç’in gözünün içine baka baka "siz de bu kesimin içindesiniz" dedi. Mutlaka ki yılların spikerinin şahsında yayının diğer ucunda bekleyenlerden bahsediyordu. Klişelerle insanları gerenlerin sebep olduğu kaosun yükünü de hep futbolcuların çekmek zorunda kaldığını söyledi ve gitti...
Tümer Metin’in saha içinde başardıklarının vermiş olduğu güçle, son zamanlarda saha dışında dönen keyifsizlikleri bu kadar güzel özetleyişinin üzerine söylenecek pek fazla söz yoktu bence. Öyle ki bu sözlerin üzerine, son haftaya taşan futbol çekişmesinin güzelliğini anlamayı dahi beceremeyeceklerin futbol üzerine kurguladıkları klişeleri dinlemek de anlamsız olacaktı. Pazar akşamı bir Fenerbahçe taraftarı olarak önceden çok fazla sempati beslediğimi söyleyemeyeceğim Tümer’in karakterine, cesaretine ve sürünün dışında sürdürdüğü yürüyüşüne saygı duyarak spor programlarına bakmadım bile. Gelecek haftaya kalan şey de, son noktaya kadar sürecek olan heyecanın yarattığı hoş ürperti oldu. Saha dışında konuşulanların yaratacağı kötü tad değil... Umarım siz de benim gibi yapmışsınızdır.