Mösyö Rober ve Tant Tilda Dönmeyebilir

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Geçtiğimiz sene Mario Levi’nin bütün kitaplarını okuyup bitirdim. Eğer yazarın "İstanbul bir Masaldı" adlı romanını okuduysanız, oradaki karakterleri az çok hatırlarsınız. Kitapta koskocaman bir aile anlatılıyordu. Hattâ aktarılanın bizim öykümüz olduğunu söylemek bile mümkün; çünkü anlatılanlar hiç de uzak diyarların hikâyesi değil; bizlerin yani İstanbul Yahudi coğrafyasının öyküsüydü…
Bu Pesah Bayramında aklıma hüzünlü bir soru geldi, kitabın içinden bir soru… "Acaba bu Pesah Bayramında Mösyo Rober veya Tant Tilda nerededir, bizlerle olsaydılar ne yaparlardı?"
Şimdi neden bu soruyu sorduğumu düşünüyorum ve az çok verebildiğim yanıtları bu haftaki köşe yazıma almaya karar verdim.
Mösyö Rober’i veya Tant Tilda’yı tanımıyor olabilirsiniz; ama belirttiğim gibi, onlar içimizden bireyler ve bu Pesah’ta nerede olduklarını düşünmem bir hüznü çağrıştırıyor… Cevabı hissediyorum: onlar çok uzaktalar… Sadece bu bayram değil, aslında diğer günler için de onlar çok uzaklara gittiler.
***
Gündelik hayatın koşuşturması içinde, yitip giden birçok değerin farkına varamayabiliyoruz. Özel günler, bayram günleri gelip de kapımızı çaldıkların da, aslında bizim çalacağımızın kapıların ne kadar azaldığını görüveriyoruz birden…
Tahmin ediyorum ki Mario Levi bu değişimi benden çok daha önce fark etmiş olmalı ki kitabında bir şeylerin eksikliklerini, yitip gittiğini dile getirmiş… Böylesi bir zamanda 2000’li senelerin genci ne söyleyebilir veya gelecekten ne bekleyebilir?...
Geçen gün bir dostumla kısa bir sohbet geçti aramızda… O, yapamadıklarını çocuklarına aktarmayı düşüyor; sahiden böyle bir düşünce gerçekçi olabilir mi? Belki yanılıyorum, belki de ümidin kırıntıları saklı kalıvermiştir benliklerimizin özel bir köşesinde…
Birçoğumuzun içinde hâlihazırda gündelik hayatın kırgınları saklı ve suskun, Pesah Bayramı da gelince bu suskunluğu, küskünlüğü derinlerden bir yerden daha iyi duyar gibiyim… 
***
Kabul etsek de etmesek de "değişim" kaçınılmaz… Nasıl bir değişimden söz ediyoruz peki? Bana çok rahatlıkla "Gelecekte görmek istediklerim doğrultusunda çalışmamı" söyleyebilirseniz… Evet, bu doğrultuda çalışıyorum; ama çıkış noktam bambaşka… "İnsan bir şeyleri değiştirmek istiyorsa, öncelikle kendinden başlamalıdır" sözünden yola çıkarsak sadece kendimi değiştirebilirim ve isteyen herkes kendini değiştirebilir. "Doğru" olduğuna inandıklarımız için savaşmak adına ise, ne yazık ki omuz omuza mücadele veremeyeceğimizi üzülerek gördüm, görüyorum. Burada çelişkinin yanıtı nerede veya şöyle sormalı: değişim konusunda ne kadar samimiyiz?
Yazdıklarım katı görülebilir ve de hepimizin bireysel iç dinamiklerinin yanı sıra ciddi bir çevresel kuşatmanın altında olduğunu da unutmuş değilim. Değişim ve "görmek istediklerimize ulaşmak" aslında çok zor bir denklem… İşte benim çıkış noktam burada; gelecekte bir psikiyatr olabilirsem bu denklemle uğraşmak benim yegâne görevim olacak…
Yazıma dönüp bakıyorum da karamsar bir metin oluvermiş sanki… Yayın yönetmenimiz Tilda Levi ara ara karamsar bir tonda yazdığımı söylemişti; onun sözleri çağrıştı. Karamsar gibi görünse de aslında bir isyan saklı bu metinde! Umutlu olmayan insan, isyan etmez…
Yazıyı bitirirken sizden küçük bir ricam var: Olur da bir gün karşılaşırsanız, Mösyö Rober ve Tant Tilda’yı çok özlediğimi iletiverin, olur mu?...
Şimdiden çok teşekkür ediyorum.