Duyarlilik 5 (!)

- Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Bu senenin başında, üniversitem ve bölümüm kapsamında zor, zevkli ve bir o kadar da gurur verici bir projeye başladım. Yalnızca 22 kişinin seçildiği "Küçük Adımlar", İstanbul Özürlüler Merkezi (İSÖM) önderliğinde hayata geçen bir proje. Senelerdir iple çektiğim, hayalini kurduğum ve liseden beri merak ettiğim bir proje...
Engelli bir çocukla çalışmak sabır ister, kararlılık ister, fedakarlık ister, gerektiğinde objektiflik gerektiğinde sübjektiflik ister, farklı bir tatmin ister. Hele ki tek motivasyon kaynağınız "gönül tatmini" ise...
Grubumuzdaki 22 gönüllünün her biri ayrı bir engelli çocukla çalışıyor. Bireysel eğitim uyguladığımız 22 engelli çocuğun arasında görme engeli, Down Sendromu, yaygın gelişimsel bozukluğu, Serebral Palsi, Otizm, Epilepsi ve Hidrosefali gibi farklı engel gruplarına ait çocuklar var.
Küçük Adımlar projesinin asıl amacı aileyi eğitmek. Aile gözetiminde birebir çocuklarla çalışılmanın amacı, engelli bir çocuğa nasıl davranılması gerektiği, becerilerin nasıl öğretileceği ve çocukla nasıl ilgilenileceği konusunda aileyi eğitmek. Bir taşta birkaç kuş...
Aileler, projeye başvuranlar arasından mülakatla seçiliyor. Özel Eğitim veren özel kurum ve merkezlerden yararlanamayan engelli aileleri için inanılmaz bir fırsat. İlk altı ay boyunca bir yanda seçilen aileler belli aralıklarla seminerlere katılarak projenin içeriğini öğreniyor, diğer yanda gönüllü aile rehberleri çocuğa nasıl davranması, neler yapması ve yapmaması, neler öğretmesi ve hem çocuğu hem de aileyi nasıl eğitmesi gerektiği hakkında altı aylık bir eğitimden geçiyor. Proje bitiminde gönüllü aile rehberleri hem olağanüstü bir deneyim ve gönül tatmini kazanıyor, hem sertifika alıyor ve (istisnaları olmakla birlikte) mezun oldukları zaman bir anaokulu yerine özel eğitim kurumunda çalışmayı tercih etmeye başlıyorlar. Çocuklar, hızlandırılmış kurs gibi bir süreçten geçerek eğleniyor ve birçok beceri kazanıyorlar. Onca derdi yokmuş gibi bir de engelli bir çocuk doğurmanın derin üzüntüsünü ve çaresizliğini yaşayan aile ise kendine ve çocuğuna güvenen; biraz sabır, istek ve özveriyle onu topluma kazandırabilecek olmanın ümidini ve haklı gururunu yaşayan bambaşka bir aile oluveriyor. Bambaşka bir gözle bakmaya başlıyor kendine, bütün ailesine, çocuğuna, topluma, hayata ve geleceğe...
Tek dert toplumun sebepsiz önyargısını değiştirmek. Engelli çocuklarımızı/insanlarımızı kabullenemiyor, içimize sindiremiyor ve hayatın bir parçası oldukları gerçeğiyle başedemiyoruz. "Farklı" olanlara "farklı" bir gözle bakıyoruz! Ne yazık ki sadece bakıyoruz. Sokakta veya otobüste karşılaştığımızda "acıyan" ve "iten" bir bakışla onları süzüyor, bazen de sanki Türkiye’de bulunmayan bir hayvan türü görmüşcesine yanımızdaki arkadaşımızı dürtüyoruz. Hiçbir zaman, hiçbir yerde normal karşılayamıyoruz onları. Sanki bizim "normal"liğimiz tartışma konusu değilmiş gibi...
 Adı üstünde, engelli! Bir şekilde, bir nedenle hayatını sürdürmek için gerekli olan bir veya birkaç beceriyi yapabilmek için yardıma ihtiyacı var. Trafik ışığı olmayan bir sokakta, hızla giden arabalar nedeniyle karşıdan karşıya geçemeyen bastonlu bir yaşlımıza yardım etmeyi görev bilirken, görme engelli bir bireyimize neden yardım etmiyoruz? Ya da yardım edenlere sanki inanılmaz bir şey yapmış gibi bakıyoruz?
Onları içimize entegre edemiyoruz nedense. Oysa entegre olmaya ve "normalleşmeye" ihtiyacı olan biri varsa, o da bizim mantalitemiz...