Vergi ödeyen kişi gelişir, büyür

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Yakup ALMELEK


Bu söz benim değil, Atila Eskenazi’nin. Atila ileriyi gören, aydın ve çok zeki bir kimya mühendisiydi. Faaliyet konularımız temelde aynı olduğu için her buluştuğumuzda iş deneyimlerimizi birbirimize aktarırdık.
Çok değer verdiğim ve sevdiğim bir arkadaşımdı. Tanrı’nın rahmeti üstünden hiç eksik olmasın.
Vergi vermek bir yurt görevidir; ancak her ülkede bu görevin sürekli ve eksiksiz yerine getirildiğini veya getirilmekte olduğunu iddia etmek olanaksız. 
Vergiler kamu hizmetlerinde harcanmak üzere, yasalara göre alınıyor, devletçe ve yerel yönetimlerce (belediyelerce).
Genelde iki ana bölümde incelenir. Dolaylı ve dolaysız vergiler:
Dolaylı vergi kimi maddelerin ve hizmetin fiyatları üstüne eklenen paydır. Örneğin, katma değer vergisi (KDV), buna satış vergisi de denebilir, emlâk alım satım ve taşıt alım vergileri.
Dolaylı vergiler kişileştirilemeyen bir yapıdadırlar, ileriye yansıtılabilinir. Eş bir deyişle üreticiden nihai tüketiciye aktarılan vergilerdir.
Kaçırılma açısından maliyenin en güvendiği vergilerin dolaylı vergiler olduğunu söylemek mümkün sayılmalı.
Dolaysız vergiler ise gelir vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi, servet vergileridir. Bunlar ileriye veya geriye yansıtılamazlar.
Devletin, teşbihte hata olmaz, mükelleflerle savaşı da işte bu alanda devam eder. Bir taraf vergi kaçırma yollarını zorlarken diğer taraf kaçırmayı önleme gayreti içindedir.
Yazımın başlığındaki kişi sözcüğü, özel ve tüzel kişileri tanımlıyor. Örneğin: tek kişinin kurduğu firmalar, kolektif, limited, anonim şirketler, kurumlar, dernekler…
Vergi kaçırma hâlinde kişinin (bir şirket veya tek kişi) varlığında kayıt dışı bir fazlalık husule gelecektir. Bu fazlalık kaçırılan vergiye tekabül eden paradır. Buna kara para deniliyor. Kara dediğimiz paraya, kişinin işletme için ihtiyacı varsa karayı aklama yoluna gitmek kaçınılmaz olur.
Siyahı beyaz yapmak, karayı ak hâline getirmek.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde bunun yolu hemen hemen tümüyle kapatılmıştır. Kurnazlıkla bazı usuller bulunsa bile, kaçırılanı resmileştirmek çok risklidir. ABD’de bir söz vardır:
‘’Adam öldürürsen seni kurtaracak veya cezanı azaltacak yollar bulunur; ancak vergi kaçırırsan avukatların bile çaresiz kalırlar.’’
Vergi kaçıran kişi kaçırdığına tekabül eden meblağı işletmenin dışında tutarsa o firma büyüyemez. Ya olduğu gibi kalır ya da küçülür. Atatürk’ün, "durmayalım düşeriz" vecizesini bu konuya da uygulayabiliriz.
Ne ilginçtir ki, vergi kaçıran firmalar uzun süreler aynı yolda devam edemiyorlar. Ya kayboluyorlar ya da devam edebilmek için normal yola avdet ediyorlar. Dürüst oluyorlar, vergilerini ödüyorlar ve sıhhatli bir şekilde de büyüyorlar. 
Vergi kaçırmanın büyük bir dezavantajı daha vardır. Kaçıran bunu mutlaka birilerine gebe kalarak gerçekleştirir. Bazen muhasebeyi tutan, kimi zaman ambar giriş çıkışlarını yapan veya müşteri hesaplarını işleyen v.s  kişi eksik ödenen verginin ihbarcısı olabilir.
Rahmetli babam kırk yıl serbest muhasebecilik yapmıştı. Zaman zaman ondan duyduklarım tüylerimi diken diken edecek korkunçluktaydı. Kadının kocasını, oğlun babasını, kardeşin kardeşini ele verdiği olaylar anlatırdı. Muhasebe müdürünün veya ambar memurunun, kimi kez durumdan haberdar olan bir sekreterin firma sahibinin karşısında diklenip terbiyeyi çok geride bırakan çıkışlarda bulunduğunu naklederdi.
Bunlara benzeyen her olayda şu suali kendimize sormadan edemezdik: Değer miydi?
İhtilaflar, kavgalar, üzüntünün beslediği rahatsızlıklar ve hatta beyinsel fırtınalar…
Biraz daha fazla kazanmak için kişinin sıhhatini ipotek altına alması ister istemez insan zekâsını gündeme getiriyor:
Değer mi?