Joga Bonito*

- Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Oynadıkları futbolu endüstriyel olanından ayrı tutuyorlar. Haksız da sayılmazlar... Onların futbollarının ismi "joga bonito", yani güzel oyun... Rakibe dalmanın bu oyunda yeri olmadığını, tartışmak isteyenlerin hakemlerin peşini bırakıp açık oturuma katılmaları gerektiğini, ofsayt taktiğinin yeterince hızlı olmayanların acınası şekilde başvurdukları bir yol olduğunu savunuyorlar. Futbolu kendilerine, güzel oyunu sergileyenlere özgü değerlerle oynayacaklarına dair söz verip futbol manifestosu adını verdikleri bildirgenin altına imzalarını atıyorlar... Ronaldo, Ronaldinho, Ibrahimovic, Henry bahsettiğimiz isimlerden birkaçı...
Yukarıda bahsettiğimiz olay Nike’ın ticari içerikli bir kampanyası olsa da günümüzde büyük paraların döndüğü, futboldan çok endüstri denebilecek bu düzende cilalanmış şekilde pazarlanan futbol kırıntılarına karşı bir çığlık niteliği taşıyor. Nike-football.com’a girip görmelisiniz...
Geçen haftanın Çarşamba gecesi tam olarak "joga bonito"yu izledik. Son zamanlarda böylesi bir maçın yakınından bile geçmemiştik. Süratin, bilek inceliğinin, zekanın, yeteneğin ve matematiğin birleştiği noktada verilen ayağa pasların, yapılan vuruşların, atılan çalımların Stamford Bridge’in çamurlu zemininde "futbol bu" dercesine bir araya gelişlerine şahit olduk. Bir Ronaldinhoların tarafına bir Lampardlarınkine bakalım derken unutuverdik bir Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final karşılaşması izlediğimizi... Sanki semtin toprak sahasında, biri gelir de keşfeder diye bütün hünerlerini sergileyen mahallenin çocuklarını izliyormuşuz gibi hissettik... Sahadakiler de bizden farksız değildi ya, berabere kalsalar dahi binlerce İsviçre frangının ceplerine gireceği umurlarında değilmişçesine, saf futbol oynadılar... Bir baktık, yüzünden Brezilyalılık akan, bu adam ancak futbolcu olurmuş dedirten Ronaldinho almış sazı eline... Bir baktık, sokakta topu koşturup bir yandan da "işte Maradooona" diye kendi kendine vokal yapan çocuk edasıyla oynayan, kimlerle aşık attığını umursamaz bakışlı 87’li Messi... Top mavilere geçtiğindeyse... Yürür gibi adam geçen İngilizlerin Brezilyalısı Lampard, sonra da hızın yetenekle birleştiği vücut, Robben... Öyle sürüp gitti Tanrı’nın son iki yıldır futbolseverlere hediye ettiği eşleşmenin ilk ayağı.
"Hatlar arası bağlantı için 3 defansif ortasaha şart... Rakibe açık vermemek için toplu savunma... 4džDŽ...4DžǃDŽ..." argümanlarının çöktüğü, bırakın sistemleri şunları bunları, yumuşak bilek hareketlerini konuşalım dedirten bu maça bakarak bizim coğrafyamızın değerli yorumcularına bir çift söz edebiliriz yine de... Tümer-Sergen bir arada oynar mı diyenlere, Gerets’in 3’lü forvetini çağdışılıkla suçlayanlara, Fenerbahçe’de Alex-Nobre-Anelka’dan birinin kesilip önlibero sayısının artırılmasını önerenlere... Chelsea’nin Makalele’nin önüne dizdiği 5’li hücum hattı (Gudjohnsen, Lampard, Cole, Robben, Crespo), Barcelona’nın deplasmanda 3 hücum ortasaha ile oynayışı –ki Messi aslen forvettir- (Messi, Ronaldinho, Deco) ve yıllar önce kendilerine ülkemizden yapılan teklifleri kabul etseler spor kamuoyumuz tarafından muhtemelen stajyerlikle suçlanacak olan Maurinho ile Rijkaard’ın katkıda bulundukları futbol şöleni gösterdi ki futbol cesurların işi.
Bitirirken... Böylesine çok yıldıza ev sahipliği yapan Stamford Bridge’in skor tabelasına iki "kendi kalesine gol" yansımıştı ki, parıltılı gecenin son noktasını koymak geceye en çok yakışan kişiye nasip oldu. Abramovich’in akıllara zarar teklifini "Ben o kadar etmem, o kadar param olsa Afrika’yı yeniden yapılandırırdım." diyen, kendisini maymun taklidi yaparak aşağılamak isteyenlerin üzerine cesaretle yürüyen Samuel Etoo dakikalar 80’i gösterirken golünü attı ve geceyi sonlandırdı. Ve gördük ki futbol bize takdim edilenden çok daha insan işi bir olaymış...
7 Mart gecesi kimseye randevu vermeyin. Malum günümüzde güzel futbola öyle kolay rastlanmıyor!
*güzel futbol