Eğitim şart! Devlet nerede?

Pınar DERKAZEZ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

1986’dan 2003’e kadar 8 milyar, 2004’te 1.5 milyar ve 2005’te 20 milyar dolar’a ulaşması beklenen özelleştirme gelirleri... 1980’li yıllarda devlete para kazandırmaktan çok zarar getiren KİT’lerin satış planları ile özelleştirme serüveni başladı.  Aynı senelerde, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, IMF gibi kurumların da bastırması ile devlete ait iktisadi teşebbüsleri en iyi fiyattan satabilme yarışına giriştiler.
Türkiye’nin de pastadan pay alması gerekiyordu.  Fakat, önünde özelleştirmelerden sonra ortaya çıkabilecek sosyal sorunlarla birlikte yasal eksiklikler (işsizlik sigortası, antikartel yasası) vardı.  Yetki sınırlandırılmaları,özelleştirme sürecinin uzamasına sebep oluyordu. 
Özelleştirme, ilk gündeme geldiği zamanlarda kurumların çalışanlarına satılması prensibi benimsenmişti. Ancak, zaman içinde ülkenin kamu borçlarının artması ile, özelleştirmelerden sağlanacak gelirin bu kamu borçlarının kapatılmasına yönelik kullanılması gündeme geldi. Böylelikle, kurumların çalışanlarına satılması yerine acele davranılarak en yüksek teklifi verene satılmaya başlandı. Farklı ülkelerde de satışa sunulan çok fazla kurum olduğundan dolayı arz ve talep dengeleri karşısında fiyatların düşmesi ile özelleştirme geliri beklentileri de azaldı.  Türk Telekom gibi, zamanında mevcut durumundan daha fazla değere satılabilecek olan kurumların da satışı ertelenmek zorunda kaldı. 
Satış sürecini yavaşlatan sebeplerden biri ise hükümetlerin halkın kaygılarına cevap veremiyor olmasıydı.  Örnek vermek gerekirse İngiltere’de British Telecom’un özelleştirilmesi sırasında en yüksek efor kamuoyunun bilgilendirilmesi ve ikna edilmesine harcandı. Satış aşaması ise zaten belirli çalışmalar ve formüllerle gerçekleşen bir süreç olmuştu. 
1994’ten itibaren sosyal eksikliklere 27 Kasım 1994 yasası ile cevap verilmeye çalışıldı.  Bu yasa ile:
• İşini kaybedeceklere ek iş kaybı tazminatı ödenmesi
• Erken emeklilik teşviki
• İşini kaybedeceklerin diğer kamu kuruluşlarındaki boş kadrolara atanmaları için düzenlemeler yapıldı.
Yine de özelleştirmeler ancak 2004 yılında ivme kazandı.  Öncesinde sadece Petrol Ofisi ve GSM satışları ile 2000 yılında 2 milyar dolarlık bir satış geliri sağlanabildi.  2005 yılında ise Tüpraş, Türk Telekom, Erdemir, Tekel, Tekel’e ait İkiz Kuleler, limanlar ve Atatürk Havalimanı Terminal İşletmesi’nin kiralanmasının tamamlanması ile 20 milyar dolar hedeflenmiş durumda. 
                                                                       * * *
Devletimizin cebine para girsin, borçlar azalsın... Peki ya devlet memurları, bu şirketlerde çalışanlar... Özelleştirme işsizliği ister istemez artıracak.  Kısa vadede işsizliğin artmasının, uzun vadede tersine çevrilmesi mümkün.
Şirketleri satın alan özel sektör kuruluşları ve yabancı şirketler, satın aldıkları kurumları reorganize etmekle işe başlıyorlar.  Şirketlerin hedeflerdikleri durumdan ne kadar uzakta olduklarını anlamaya yönelik olarak pazar payları, operasyonlar, teknoloji, insan kaynakları vb. konularda farklılık analizlerini oluşturuyorlar.  Belirlenen aksiyon planı çerçevesinde uygulamalar başlıyor.  Zarar eden departmanlar, fabrikalar kapatılıyor.  Personelden verimsiz olanlar ve belirli kalifikasyonlarda olmayanların işine son verilebiliyor.  Kaliteli ve gelişmeye açık personel ise çeşitli eğitim programlarından geçiriliyor, hatta yurtdışında staja gönderilebiliyorlar.  Öte yandan şirketlerin günümüz standartlarını yakalayabilmeleri için yeni yatırımlar yapılıyor.  Devletin elinde monopol olan sektörlere yeni şirketlerin katılmalarının önü açılabiliyor ve bu sayede çeşitli iş imkanları doğuyor. 
İşini kaybeden personelin yeniden iş bulması için devlete büyük görevler düşmekte.  Yasada belirlenen şekilde bu personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarına transferi, aynı vasıfsız personelin bir şekilde yaşantısına devam ettirilmesi ve bir sonraki özelleştirmeye kadar geçici bir çözüm yaratılmasıdır. 
Son ABD seçimlerinde adayları yoran konulardan biri de özelleştirmeler ve sermayenin yurtdışına kayması sonucu artmakta olan işsizlikti.
  Çözüm önerilerindeki ortak nokta, devlet destekli eğitim programları ile işsizlerin kalifikasyonlarının büyüme sürecinde olan yeni sektörlerde değerlendirilebilecek konuma yükseltilmesiydi.
Özelleştirme, işsizlik gibi kısa vadeli bazı olumsuzlukları, hükümetlerin önüne gayret sarfetmeleri gereken konu olarak getiriyor.  Bu konunun çözümüne yatırımların artırılması ve ekonominin büyümesi ile cevap verilebilir. Fakat, ekonomileri büyüten sektörler 30 sene öncesininkiler değil.  Yenileri için ise kalifiye işgücü, yani eğitim gerekiyor.  Bilişim devlerinden Hindistan, artan teknik personel ve mühendis sıkıntısını nasıl çözeceğini kara kara düşünmeye başladı bile...