Bir kapkaç analizi

- Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Takvim yapraklarının 1700 yılını gösterdiği sıralarda dünya nüfusu 645 milyonmuş sadece. Bugünki Çin popülasyonunun yarısı kadar insan varmış 300 yıl öncesinin dünyasında. Ancak işin ilginç tarafı bu rakamı demografi uzmanlarının "başlangıç" olarak kabul ettikleri –8000 yılıyla kıyasladığımızda 641 milyonluk bir artışın oluşu. Yani yaklaşık 9700 yıl ancak 600 küsür milyona ulaşabilen insanoğlu, Endüstri Devrimi’nin dinamikleri harekete geçirmesiyle tam tabiriyle "nüfus patlaması" yaşamış ve 300 yılı 5 milyar 350 milyonluk bir artışla geçirerek 2000’lere 6 milyar dolayında bir rakamla girmiş. 
Sizi bilmem ama ben bu rakamları herşeyin o kadar da kontrol altında olmadığına yoruyorum hep. Dünya nüfusu ABD ve AB’nin tüm kontrol çabalarına rağmen kontrolsüz güç olmayı sürdürüyor bence.
Yukarıdaki istatistiklerin yarattığı karamsarlığa (doğruluğu kesin olmayan) 300 senelik bir projeksiyon da destek veriyor. Bu projeksiyona göre 300 sene sonra dünya nüfusu trilyonlarla telaffuz edilecek ki, öyle bir dünyada insanlar pek yalnızlık sorunu çekmeyecek olsa gerek. Malthus’un günümüzün değerlerine ilham kaynağı olan "dünya kaynaklarının hiç bir zaman nüfus ile dengelenemeyeceğine" dair görüşünü sanayi, endüstri, makineleşme gibi sözcüklerin bir araya gelişinin nüfusa yaptığı etkiyle birleştirince sadece kontrolsüz bir artış ile değil aynı zamanda kontrolsüz bir kümelenme ile karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Koca insan kümelerine ev sahipliği yapan yer de her zaman "şehir" oluyor.
Sözü nereye mi getirmek istiyorum? 2Dž hafta önce arabada trafikte bekleşirken, açık camdan elini içeri sokmak suretiyle, benim "hooop hooop" şeklindeki engelleme çabamı hiçe sayarak arkadaşımın elinden telefonunu "kap"ıp son hız "kaç"an hırsıza... Ve çok değil 3dž sene önce olsa "delikanlılık" gereği hırsızın peşine atılacak olan bizler, "etraftan" defalarca duyduklarımızın ışığında adamın arkasından bakmadan önce ilk başta arabanın anahtarını çıkarıp cebimize koymayı düşünüyoruz. Görüldüğü üzere psikolojide "öğrenilmiş acizlik" dedikleri "şehir" insanının kaderi oluyor. Öyle ya, problem sırf Dolapderevari bölgeler-İstanbul ilişkisinden oluşmuyor; Paris, Amsterdam gibi gelişmiş ülke metropollerini interrail yoluyla dolaşmak isteyen arkadaşlarımızın aldıkları ilk uyarılar ceplerine, pasaportlarına hakim olmaları ve mümkünse yanlarında fazla para bulundurmamaları oluyor. Sorun moda deyimle global yani.
Güvenlik şirketlerine terör dışı nedenlerle duyulan ihtiyacın artışı, dünya değerler araştırmalarına göre tüm dünyada ölçülen "güven" düşüşü gerçeği, vb geleceğimizi (hatta çok yakın geleceğimizi) tehdit eden unsurun artan insan sayısının etkisiyle değişen insan ilişkileri olduğunu ortaya koyuyor açıkça. İlerki nesiller havuz, yaş ve işçi problemlerinin yanına şehir problemlerini de eklemek durumundalar sanırım.