Avrupa Birliği`ne doğru koşar adım

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Yakup ALMELEK


Diyar-ı  küfrü gezdim, beldeler, kaşaneler gördüm.
Dolaştım mülk-i  İslamı bütün viraneler gördüm.

Ziya Paşa’nın serzenişi bu sözler.  Batılı ülkeleri gezerken gördüğü güzel yapıtlardan  sonra İslam ülkelerini dolaştığında   hep harabe  ve yıkıntı  ile karşılaşmış. 
Ziya Paşa (1825–1880)  hürriyet, adalet, hak, hukuk, uygarlık, yeni düzen gibi temaları işleyen Batılılaşma yanlısı bir Osmanlı devlet adamı ve şairi idi.  
Ziya Paşa aynı yolculuğu  bugünlerde gerçekleştirseydi aynı yakınmada bulunabilir miydi! Yanıtımız, hiç abartmaya kaçmadan ve hoşgörüye sığınmadan hayır olacaktır.
Yadsınamayacak bir gerçek:  Batılı ülkeler ile aramızdaki ara hızla kapanmaktadır.
Türkiye’nin  uygarlık  yolunda  Batılı ülkelerle beraber yürüme azmi, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme devrine kadar uzanır. Kuruluş  ve  yükselme   yıllarında  Avrupalılardan bir hayli ileride olan  Osmanlılar  için, yılların içinde yıpranmak kaçınılmazdı. Her imparatorluğun başına gelen  yükselme ve duraklamadan sonra  geriye gidiş  Osmanlı’nın  da kaderi oldu. Düşüşü önlemek için  aydınlar zaman zaman seslerini duyurabildiler; ancak  bu  Cumhuriyetin ilanına dek yeterli olmaktan  uzak kaldı.  
700 yıllık bir imparatorluğun nihayet çöküşü eşyanın tabiatı gereği olmalı.
Avrupalılaşma yolunda atılan adımları şöyle betimlemek olası:
1839 Tanzimat  Fermanı  (Gülhane Hattı Hümayunu)
1876 Birinci Meşrutiyet
1881 Türk semalarında doğan güneş- Buna Mustafa Kemal Atatürk de denebilir.
1908 İkinci Meşrutiyet
1914񮕎 Birinci Dünya  Savaşı-      
1919 Atatürk’ün  Samsun’a ayak basışı- “Evrende  biz de varız. Dünya haritası yeniden ele alınmalıdır” demenin  ilk ihtarı.
1923 Lozan Antlaşması- Bu  Avrupalılara  “artık beraber yaşayacağız bunu kabul edeceksiniz’’ şeklinde bir  hatırlatmadır.
1923 Cumhuriyetin ilanı - Genç Türkiye’nin yükseliş devrinin ilk basamağı.
1924񮕢  Atatürk Devrimleri Devri
10 Kasım 1938  Güneş bulutların arkasına çekildi. Ne yazık! Mustafa Kemal Paşa’nın somut  varlığı artık yok. 
1939񮕩 İkinci Dünya Savaşı. Avrupalı ülkelerin bazıları arasında hegemonya yarışı. Türkiye’nin  savaşa bulaşmaması o yıllardaki yönetimin büyük  başarısıdır.  Atatürk ve  yakın  arkadaşlarının  ‘’Yurtta sulh, cihanda sulh‘’ dileğinin  kanıtlanmasıdır.
1946’dan sonra ülkede demokrasi  girişimleri  hızlandı. İnsan haklarını  devlet yönetiminin  en mühim kriteri  haline getirmek de vazgeçilemez bir umde  oldu.  Toplumun her  kesiminin hedefi  artık bu. 
Türkiye Avrupa Birliği’ne resmen aday. Müzakereler, tartışmalar, danışmalar.  Sonuçta Türkiye gibi  büyük  ve önemli bir ülkeyi Avrupa’nın dışında tutmanın  çıkarları içinde   bulunmadığını görecek her Batılı ülke. Ayrıca bunun yakışık almadığını da zaman içinde kavrayacaklar.
Avrupa Birliği’nin yirmibeş üyesi var. Bunların bir kısmı Türkiye’den daha küçük ve daha güçsüz.  İki yıl içinde Romanya ile Bulgaristan da birliğe kabul edilecek.
Türkiye’yi birliğe kabul etmenin bazı sakıncaları veya üye ülkeler için dezavantajları olabilir; ancak Batılıların şunu da hep hatırda tutmaları gerekiyor; Türkiye’yi dışlamak, ortak olarak almaktan çok daha sakıncalıdır.
Avrupalı hiçbir şey bağışlamaz. Karşılığını talep eder. Türkiye’nin birliğe kabul edilme başvurusunu da bu kıstasla değerlendiriyor olmalı. Sen benden ne istiyorsun, sen bana ne vereceksin? 
Türkiye’ye “No” demenin ana nedeni Türkiye’nin Hıristiyan olmaması gibi gizli ve örtülü bir inanca dayanıyorsa, böyle düşünen politikacıları “çağ dışı” olarak tanımlamak hak bilirlik olur.
Din farkı uluslar arası konularda ayırıcı bir neden olmamalı. Tam tersine değişik dinlerin bir arada yaşaması kişilerin ve toplumların bir diğerini daha iyi anlaması ve giderek sevmesi sonucunu verir.
İşte ancak o zaman dünyamız daha güzel bir dünya kişiliğini kazanır.
Mümkün olsa da Ziya Paşa’yı bulunduğu yerden arayıp Türkiye’ye davet etsek. Göreceklerinden ve öğreneceklerinden her halde çok memnun kalacaktır.