Uzak ve yakın Yahudi tarihinde, halkın kolektif hafızasına kazılmış birçok olay vardır. Bu olaylar, bin yılları aşan uzun yolculuğun unutulması mümkün olmayan kilometre taşlarıdır. Mısır’dan çıkış, sekiz gün yanan kandilin mucizesi, Ester ve Mordohay’ın hikâyesi, Babil sürgünü, Masada isyanı, Bet Amikdaş’ın yakılışı ve büyük sürgüne çıkış, İspanyol engizisyonları ve Sefarad göçü, kan iftiraları, pogromlar ve nihayetinde, Holokost! Bunların her biri, Yahudi bireyin geçmişini geleceğine bağlayan, önemi yadsınamayacak virajlardır.
Holokost, Yahudilerin omuzlarına çöken tarifsiz bir yüktür. Dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, her Yahudi ailenin geçmişinde, o günlerden kalma derin acılar vardır; biraz uzakta ya da yakında, fark etmez! Hitler zulmünün katlettiği elbette ki yalnız Yahudiler olmamıştır. Gelin görün ki, “Her kurban Yahudi değildi, ancak her Yahudi kurbandı…” [1]
Holokost’un mesajı evrenseldir. Nefretin, kinin, yabancı düşmanlığının, ötekileştirmenin nerelere varacağını anlatması açısından, bu mesajın öğrenilmesi ve öğretilmesi gereği yalnızca Yahudilerin sorumluluğunda değildir. Nitekim 2005 Kasımında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen[2] ve Türkiye’nin de altına imzasını atmış olduğu mutabakat, bunun sonucudur.
Holokost sürecinde ölen milyonların, savrulan hayatların, çekilen acıların basitleştirilmesi ve ucuz siyasi manevralara alet edilmesi, tarihi derinden etkilemiş bir etnik temizlik kampanyasının, anlamsızlaştırılmasına yol açar ki, bu Hannah Arendt’in, Eichmann davasını incelediği kitabına[3] başlık olmuş bir kavrama götürür bizleri: Kötülüğün sıradanlaşması, yüzyılımızın beşte birini bitirmeye hazırlandığımız şu kaotik dönemde, kimseye fayda sağlamayacaktır.
Hal böyleyken, Sn. Hüsnü Mahalli’nin Kırmızı Kedi’den çıkan son kitabının bir bölümünde değindiği ve Holokost’un reddine varacak söylemin kabul edilmesi mümkün değildir. Hele hele, bunu yaparken Yahudilerin, Yahudileri bu kıyım makinesinin dişlileri arasına attığını iddia etmek, gaz odalarının varlığını inkâr etmek, Ziklon-B gazının tifüsü yok eden bir ilaç olduğunu söylemek, resmen, yitip gidenlerin anılarına ihanet etmek, yakınlarını kaybedenlerle dalga geçmektir, diye düşünürüm.
Evet, Almanya’daki Siyonist çevreler Nazi yönetimi ile ilişkiye girmiş ve bir anlaşma zemini bulmuştu. Bu 1933 yılının ağustosundaydı. Henüz Nürnberg yasaları çıkmamış, Kasım ’38 pogromu yaşanmamış, Yahudiler toplama kamplarının konukları olmamış, savaş başlamamıştı. Konu, çaresiz Alman Yahudilerinin, en azından servetlerinin bir bölümü ile Filistin Manda idaresine göç etmelerini sağlamaktı. Nitekim 60 bin Yahudi’nin Almanya’dan göçüyle ilgili bir anlaşma sağlanmıştı. Teknik bir anlaşmaydı. Detaylara, ‘Heskem Haavara – Transfer Anlaşması’ şeklinde Google üzerinden arama yaparak ulaşmak mümkündür.
Yahudiler, genellikle Polonya topraklarına kurulmuş ölüm kamplarında Ziklon-B gazı ile tanışmadan önce, Ukrayna’da kendilerine mezar olacak kocaman çukurların başında kurşunlara hedef oluyorlardı. Dolayısı ile esas mesele, onları hastalıktan kurtarmak değil, ideolojik bir kıyımı en ekonomik şekilde yerine getirmekti. Dünyanın kabul ettiği bu gerçekleri inkâr etme aymazlığı ve bunu Filistin Manda idaresindeki Yahudi varlığına bağlama ucuzluğuna sapmak, yaşanmışlıkları ret etmek, en hafifinden, ileriye salınmış bir haksızlıktır.
Öte yandan, Filistin sorununu Holokost üzerinden tanımlamak ve Yahudilerin bu topraklara yerleşmesini komplo teorilerine bağlamak da, artık Arap kanaat önderleri arasında dahi popüler değil[4]. Ortadoğu’da yaşanan sorunları kimse, birbirinin varlığını sorgulamaya açarak çözemeyeceğine göre, rasyonel düşünceye dönmek gerekir. Unutulmamalıdır ki, hem İsrailli Yahudiler hem de İsrailli Araplar ve Filistinliler arasında kalıcı barışı getirmek için kafa yoran, görüş belirten, konuşan ve anlaşan insanlar, topluluklar yok değil[5]. Gerisi siyasetin işidir. Bu yolun bugüne dek gerektiği şekilde işlememiş olması, bundan sonra işlemeyecek olması anlamına gelmiyor.
Bir de şunu not etmek gerekir: Dönemin Filistin’indeki Arapların lideri olarak kabul edilen Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Hüseyni, Hitler ve Himmler’le bir araya geldiğinde[6], toplama kamplarını ziyaret ettiğinde amacı, yişuvun tifüse yakalanmasını önleyecek önlemleri incelemek değildi, hiç şüphesiz. Netice itibariyle Araplar, Hitleri ve ideolojisini desteklemiş ve ona olan hayranlıklarını dile getirmekten geri kalmamışlardır.
Son tahlilde, Holokost olmuştur… Bir mit değildir… Bu süreç içinde 6 milyon insan, Yahudi kimliklerinden dolayı katledilmişlerdir. Bunun bir buçuk milyonu çocuktur. Ve bu, kim ne derse desin, kocaman bir gerçektir. Gerisi demagojiden öteye gidemez!
[1] Elie Wiesel – Auschwitz’in kurtarılışının 60. yılını anma töreninde BM’de yaptığı konuşmadan
[2] BM Genel Kurulu – 01.11.2005 tarihli 60/7 sayılı karar
[3] Kötülüğün Sıradanlığı – Adolf Eichmann Kudüs’te, Hannah Arendt, Metis Yayınları, Çeviri Özge Çevik
[4] Arab and Jew – Wounded Sprits in a Promised Land – David K. Shipler
[5] My Promised Land – Ari Shavit
[6] Nazi Palestine – The Plans for the Extermination of the Jews in Palestine – Klaus Michael Mallmann, Martin Cüppers