Kadına şiddet ve cinayetlerin tırmanışını anlamak için psikolojik aransa da, psikolojik perspektif toplumda yaygınlaşan ve meşrulaştırılan şiddeti anlamaya ve açıklamaya yetmez. Durumu tek tek çocuk, birey ve aile düzeyinde anlamaya çalışmak için yeterki olabilecek psikolojik bakış toplumun her zerresine yayılarak etkisini gösteren şiddeti açıklama için kullanıldığında şiddetin asıl kaynaklarını gizleyici, bireysel iradenin ürünü gibi gösterici ve dolayısıyla yanıltıcı etkileri olabilir. Şiddet bir yandan eşitsizlik, yoksullaşma ve toplumsal gelecek beklentisinin karanlıklaşması gibi etkenlerden beslenirken, bu yapıyı sürdürmek için gereken baskıcı, toplumda ikilikler yaratıcı ve bireysel silahlanma gibi şiddet uygulamayı kolaylaştırıcı ve meşrulaştırıcı yönetim biçimiyle yerini sağlamlaştırır.
Çocukluk döneminde sözler incitmeye yeterli
Çocuk beklediğimiz ya da dilediğimiz gibi çıkmaz ise, bu çelişkiyi bize hatırlatan her olayda içimizde doğacak kızgınlık ya da hayal kırıklığı kendini tokat ya da hakaret ile göstermeye yeltenebilir.
İşin ilginci çocuklarını döven ya da onlara hakaret eden anne-babaların birçoğu çocukluklarında benzer muamelelere uğramış, gururları incitilmiş ve belki de öyle olmamaya yemin etmiş kişilerdir. Çocuklarına zarar verdiklerini fark etmelerine rağmen kendilerini kontrol edememelerinin kökenini anne-babaların kendi gördükleri zararda aramalıyız.
Anne-babasının zehirli dilinde kendisini her zaman düzeltilecek bozuk ve değersiz bir nesne gibi gören çocuk, geleceğe bolca öfke ve kin biriktirerek hazırlanır. Bu öfkeyi bir sonraki kuşağa atadan kalma yöntemlerle aktarıp aktarmayacağını, her kuşağın bir önceki kuşağın incinmişliğini ve kin’ini miras alıp almayacağını ne belirler? Ülkenin değişen eviçi şiddete müsamaha gösteren/göstermeyen yasaları, bu yasaların uygulamaları, toplumun şiddete bakışı, şiddeti besleyen cinsiyetler arası eşitsizlik, işsizlik ya da adaletsizlik alanlarındaki değişim…
Bazen anne-babalar kötü sözleri ya da sert muameleyi sonradan güzel sözler, yanaktan makas veya sıkı bir kucaklama ile telafi edebileceklerini düşünürler. Yayınlar pek öyle demiyor. Örneğin, Polcari ve arkadaşlarının 2014’te yayımlanan çalışmasında ne kötü söz söyleyen ebeveyn ne de diğer ebeveyn, söylenmiş sözlerin inciticiliğini sonradan güzel duygulu sözlerle değiştiremiyorlar. Anne-babaların attıkları tokadın, savurdukları aşağılayıcı ve incitici sözün sorumluluğunu üstlenmesi, ev içinde çocuklara ve kadına (nadiren erkeğe) şiddeti sona erdirmesi zararı gidermese bile yeni zarar doğmasını, mevcut incinmenin iyileşmez bir yaraya dönüşmesini engelleyecektir.
Nasıl bir okul ve aile ortamı bu durumu pekiştiriyor?
Başkasına zarar vermeyi meşrulaştırıcı, öteki kişinin bir biçimde bunu hak ettiğini ve o kişiye “oh olduğunu” düşündürücü yetişkin tutumları empatiye ve merhamete pek yer bırakmaz.
Çocukların velileri okul ya da hastane bastıklarında, öğretmenleri ve hekimleri tehdit ettiklerinde, çocuklarına pekiyi bir örnek teşkil etmezler.
Saldırganlık, baskı “olur böyle şeyler” tavrıyla da artar. Öfkeli anne-babalar kadar “canının istediği gibi zarar verebilirsin” mesajını veren müsamahakâr anne-babalar da öfke duygusunun başkasına zarar verici davranışlara dönüşmesini teşvik etmiş olurlar.
Çocukların haksızlığa uğradıkları duygusuna kapıldıkları durumlarda ‘hak arama ve ses çıkartmanın imkânsız olması’, çocuk bir süreliğine sinmiş ya da durumu sineye çekmiş bile olsa, haksızlığın doğurduğu öfkenin eninde sonunda patlamasına yol açar. Hakkını arayabilen, itirazını belirtebilen çocukların öfkesi ise, saldırganlıkla sonuçlanmaz.
↔↔↔
Erkeğin kendi değerini bulma mücadelesini kadınlara söz geçirebilme ile eşleştiren, erkek çocuklarını kız çocuklarından daha ‘değerli’ gören toplumsal kültürün kuşaktan kuşağa aktarım döngüsünün durdurulmasında annelerin rolü olabilir mi?
“…Kadının okuması, kendini geliştirmesi, özgürleşmesi, ayrımcılığa karşı direnmesi, erkeğe boyun eğmemesi gibi durumlarda öz güvenden yoksun kırılgan erkeklik kimliği öne çıkmakta ve bu yüzden erkek kendini tehdit altında görmektedir…”
Kırılgan kimlikli erkeklerin çocukluklarında neler görebiliriz? Çocukluğun yaygın duygusu korkuyu annesinin koruyuculuğunda geçirdikten sonra korkunun nesneleri değişse bile çocuklar korunma ihtiyacını nedensiz biçimde duymaya devam edebilirler. Gece uyumak için annesinin yanına sokulmadan edemeyen çocuk ergenliğe geçip bağımsızlık dürtüsünü derinden hissetse bile bir yandan korkudan korunmak için annesine duyduğu ihtiyaçtan da utanır; bu bağımlılığını kimselere söyletmez. Bağımlılığının annesinin bir ürünü olduğu bağlantısını tersten de olsa kolayca kurar. Korkusunu aşamamışlığın kızgınlığını annesinden çıkartmak adeta günah sayılırsa, başka kadınlara hele onlarsız yapamama ya da daha yetersizmiş duygusu veren kadınlara duyulan öfkenin tırmanışını önlemek zor olur.
Aile içi eğitimlerle bu döngü değişir mi?
Kendine yeterlilik duygusunun gelişmesini mümkün kılacak fırsatların değerlilik hissini doğurması beklenir. “İyiyim” demekte (ve çok tekrarla kendisini iyi hissetmekte) bir sakınca olmamakla beraber, yapabildiklerim, ortaya koyabildikleri (“topladığım sofra, döktüğüm çöp, tamamladığım alışveriş, çizdiğim resim, okuduğum kitap…”) çocuğun hissettiği değerini arttırır. Bu yorumları okuyan çocuk ya da ergen “Peki, ben ben olduğum için değerli değil miyim? Yapabildiklerimle değerlendirilmek beni sadece ben olduğum için sevmeyi engellemez mi?” diyerek itiraz edebilir. “Ben” başkasından (başta anne-babadan) “kopmadan ayrılabilen bir ben” olduğunda değerini hisseder; bağımsız ya da özerk, ama kendine yeterli, zorunlu beraberliğin kapanından çıkabilmiş bir erkek çocuk değerini başkasının ona verdiği değerin ötesinde ölçebilirse, “ne yapsa yetmeyen” ve öfkesi giderek büyüyüp bu yetmemeden kadını sorumlu tutan bir erkek olma dışındaki yolları keşfedebilir. Erken çocukluk döneminde anne-baba ve ev içi iletişimi arttırıcı eğitsel çalışmaların barışçı dili geliştirici ve şiddeti azaltıcı etkisi olduğunu özellikle AÇEV deneyimlerine dayalı programlarda görmekteyiz.