5 Temmuz 2018’de İsrail İstihbarat Başkanlığı, Mossad’ın merkezinde ilginç bir tören yapılır. Mossad yetkilileri yaşlıca sayılabilecek bir İsrailli kadına bir kol saati takdim eder, misafirlerin önünde. Kadın, ağlayarak bir süre saate bakar, sonra da yetkililere geri verir.
5 Temmuz 2018’de İsrail İstihbarat Başkanlığı, Mossad’ın merkezinde ilginç bir tören yapılır. Mossad yetkilileri yaşlıca sayılabilecek bir İsrailli kadına bir kol saati takdim eder, misafirlerin önünde. Kadın, ağlayarak bir süre saate bakar, sonra da yetkililere geri verir.
Kol saati, 1960’lı yılların başında Suriye’de savunma bakanlığı yardımcılığına kadar yükselen ve 1965’te casus olduğu anlaşılarak Şam’da idam edilen İsrailli Eli Cohen’e aittir. Kol saatinin teslim edildiği kadın da 54 yıldır dul olan, Eli’nin eşi Nadia Cohen’dir.
Saat, birkaç ay önce Suriye’de satışa konulan bir antikacıda bulunacak ve büyük olasılıkla İsrailli ajanlar tarafından alınıp İsrail’e getirilecekti.
Kimdi bu Eli Cohen, neden ve nasıl casuas olduğu anlaşılmıştı ‘düşman’ ülkenin bakan yardımcılığı yapabilme kabiliyeti göstermesinden sonra bile?…
Eli Cohen’in yakalanıp asılmadan önce Arjantin ve sonra da Suriye’de geçirdiği beş yılını anlatan bir mini dizi başlamış durumda ünlü film platformlarının birinde. Eli Cohen’i, ona çok benzeyen ünlü oyuncu Sacha Baron Cohen çok başarılı bir şekilde oynuyor.
Karizması, pratik zekâsı, girişimciliği ve zengin işadamı kisvesiyle Şam’da özellikle yüksek bürokrasi, askerler, bakanlar ve hata devlet başkanı ile çok samimi ve yakın ilişkiler kurmayı başaran Cohen bu avantajından yararlanarak özellikle Golan Tepeleri ile ilgili çok önemli detay ve bilgileri bir bir İsrail tarafına geçirecekti. Bu nedenle, yakalanıp asılmasından iki sene sonra çıkan İsrail- Suriye savaşında, İsrail’in Golan Tepelerini Suriye’den iki günde ele geçirmesinde büyük payı olduğu iddia edilir.
Eli Cohen beş yıllık casusluk döneminde üç kez gizlice İsrail’e kısa süreliğine eşini ve çocuklarını görmek için döner ama son dönüşünde bir kez daha Şam’a gitmesi halinde dönemeyeceği içine doğar. Mossad’ın baskısıyla gider. Suriye yetkililerin, çevrelerinde bir casus olduğunu anlamalarıyla birlikte, Rusya’dan aldıkları yüksek teknoloji ve bunu kullanan Rus teknisyenler sayesinde Cohen’in İsrail’e bilgileri gizli radyo sinyalleriyle gönderdiği teçhizatın bulunduğu ev tespit edilir ve Cohen iş başında yakalanır.
Şam, her anlamda şoka uğrar. Yüzlerce arkadaşı casus olduğuna inanmak istemez. Cohen, savunması alınmadan idama mahkûm edilir. İsrail’in Papa ve Fransa’yı ortaya koyması kararı değiştirmez ve Eli Cohen 18 Mayıs 1965’te isteği üzerine Suriye hahambaşısının nezaretinde Şam’ın merkezinde bir meydanda asılır.
Eli Cohen’in naaşı çeşitli zamanlarda edilen taleplere rağmen bugüne kadar İsraillilere geri verilmedi. 2007 yılında bir Türk yetkilisinin iki ülke arasında arabuluculuk yapıp bu konuda bir anlaşmaya gidilebileceğini söylemiş olmasına rağmen malum nedenlerden dolayı bu konuda hiçbir gelişme de olmadı haliyle.
Eli Cohen’i konu alan ‘The Spy’ mini dizisi anlatılan bu gibi bazı detayları içermese de büyük ilgiyle izlenen bir yapım oldu bir hafta içerisinde…
Bu arada, İsrailli yazar Samuel Segev’in Eli Cohen biyografi kitabı, Yusuf Süha Sonuç tarafından İbraniceden Türkçeye çevrilerek, ‘Eli Cohen – Casus’ adıyla geçtiğimiz hafta Altınordu Yayınları tarafından yayınlandı. (Gözlem Kitabevi’nde satışta.)
↔↔↔
Sezonun beklenen bir başka filmi ise sinemalarda gösterilecek olan, tartışmalı yönetmen Roman Polanski tarafından yönetilen ve antisemitizme kurban gitmiş Fransız Yüzbaşı Alfred Dreyfüs’ü konu alan ‘Bir Subay ve Casus’ filmi.
Film geçtiğimiz günlerde Venedik Film Festivali’nde Gümüş Aslan Ödülü alacak, Polanski’nin 45 yıl önce 13 yaşında bir kızı taciz ettiği iddiasıyla tartışmalı konuma giren mesleki hayatının, 84 yaşında bile üretkenliğinin en üst noktalarda olduğunu göstermesi bakımından ilginç bir nokta olarak kayda geçecekti.
Polanski’nin bir röportajında Dreyfüs’ün uğradığı haksızlıkların, kendisinin taciz olayında uğradıklarıyla benzerlik taşıdığını söylemesi kamuoyundan tepki alsa da prestijli festivalde film, ikincilik ödülünü almayı başaracaktı.
Fransız Yüzbaşı Dreyfüs’ün, 19. yüzyılın sonlarına doğru Almanya lehine casusluk yaptığı suçlamasıyla tüm rütbeleri sökülecek, askerlikten atılıp cezaevine girecekti. Lakin Fransız yazar Emile Zola’nın yıllar sonra yazdığı, ‘J’accuse / İtham ediyorum’ başlıklı yazısı ses getirecek ve Dreyfüs’ün suçsuzluğunun ortaya çıkarılmasında başrolü oynamış olacaktı. Antisemitizmin kurbanı olan Dreyfüs’ün tam 12 yıl sonra suçsuz olduğuna karar verilecek ve sökülen nişan ve rütbeleri törenle geri verilecekti. Olaydan nerdeyse 100 yıl sonra ise Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac, Dreyfüs ve Emile Zola’dan devleti adına özür dileyecekti.
Polanski’nin bu gerçek ve ünlü antisemit vakayı beyazperdeye taşıması, genç kuşakların antisemitizmin ruhunu anlamaları adına 84 yaşındaki yönetmenin belki de son edindiği bir misyon olarak sinema tarihine geçecek.
↔↔↔
Yine sezonun bir başka beklenen filmi Venedik Film Festivali’nde gösterilen ve çoğu seyircinin filmi yarıda bırakıp salondan çıktığı, ünlü yazar Jery Kozinski’nin ‘Boyalı Kuş’ romanı uyarlaması. Çek yönetmen Vaclav Marhoul’un birkaç senede çektiği film II. Dünya Savaşı esnasında Nazilerden kaçmaya çalışan Yahudi bir çocuğun hikâyesi. Çocuk, Almanya’nın doğusuna doğru kaçarken yollarda gördüğü mezalime ve insanın insana yaptığı saf kötülüğe tanık olarak büyümeye çalışmakta.
Filmin, romanda olduğu gibi dayanılmaz işkence, dehşet ve kötülük sahnelerine yer vermesiyle birlikte, kimi eleştirmenlerce çok başarılı bulunmasına rağmen seyirciyi salondan kaçırttığını da söyleyelim.
↔↔↔
Tarihi, sinema üzerinden okumak ne derece sağlıklı bilinmez ama bazen sinema karelerinin, hakikat adına sözlerden daha güçlü mesaj verdiği de bir gerçek.
Tarihi, çarpıtmadan sinemaya uyarlayan yönetmenlere selam ola…