Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı
9 Ağustos 2019 Cuma

 

Havva’nın yüreklendirmesiyle, Adem de kararını vermişti: artık körü körüne itaat etmeyeceklerdi… Zaten, henüz ‘iyiyle kötüyü bilme ağacından’ yememişler, itaat etmemenin kötü bir şey olduğunu bilmiyorlardı.

O gün insan aklı, ışığın yeni bir türünü, düşünce özgürlüğünü keşfetmiş oldu. Bunun ‘iyi’ olduğuna kanaat getirdi… Düşündü… Ve birer-birer, diğer özgürlükleri tasarladı.

Artık, herkes dilediğini düşünüp, düşündüğünü yapabilecek, her şey güzel olacaktı.

Ne var ki, insanı sadece aklı değil, aynı zamanda doğası güdüyor, kendi özgürlüğünü kullanırken, başkasınınkini umursamamaya itiyordu…

Akıl, özgürlüğün bir sınırı olması gerektiğini düşünmeye başladı… Herkesin özgürlüğe eşit derecede hakkı olması, ‘daha iyi’ olacaktı.

Böylece, eşitlik icat edilmiş oldu… İnsan aklı eşitliğin ‘doğru’, doğası ise ‘yanlış’ olduğuna kanaat getirdi… Akılla doğanın anlaşmazlığı hâlâ sürüyor. 

↔↔↔

Uzak atalarımız, herhangi bir zamanda, ‘orman yasasına’ tabi olarak, yani en güçlünün borusunu öttürdüğü ‘doğal’ bir ortamda yaşamışlar mıdır, bilmiyoruz… Ama şurası kesin ki, eğer yaşamışlarsa, bu uzun sürmüş olamaz.

Çünkü güçlü olanın parsayı topladığı, hiç kimsenin ne yaşamı, ne ailesi, ne de birikimi üzerinde hak iddia edemediği ‘doğal ortam’, insan gibi akılla donatılmış bir varlığa uygun düşemez.

Bu nedenle, bazı canlılar ‘orman kanununa’ tabi olarak doğada, insanlar ise, haklarının Kent Güçleri (Polis) tarafından korunduğu ‘suni’ -yani insan aklının tasarladığı- birimlerde yaşıyor.

Eğer sadece aklımızın güdümünde olsaydık, birbirimizin hakkını çiğnemeye yeltenmeyecek, bunu engellemesi için bir ‘politik otorite’ tesis etmeye gerek duymayacaktık. En yüce menfaatimizin hemcinslerimizle barış içinde yaşamak olduğunu ‘seziverecek’, bunu gerçekleştirmemiz kolay olacaktı. 

Ama ne var ki, sadece akıldan ibaret değiliz… Bizi, hırslı, bencil ve açgözlü kılarak, ne pahasına olursa olsun, yaşamda tutmaya çabalayan bir doğamız var… İçgüdülerimiz, hayvanlarınkinden pek farklı değil.

Bu bağlamda, aklımıza iki önemli iş düşüyor:

İçinde bulunduğumuz doğayı evcilleştirmek: Bunu sağlamak için, ziraatı ve diğer teknikleri icat ediyoruz;

İçimizde bulunan doğayı dizginlemek: Bunun için de, politik ve tanrısal otoriteler, “insanlar eşit doğar” gibi söylemler geliştiriyoruz… Yoksa çok iyi biliyoruz ki, eşitlik, ‘doğa ananın’ umurunda değil.

↔↔↔

Düşünce yetersizliklerimizden biri de, eski din ve felsefelerin savundukları ahlaki değerleri, bugünün standartlarına tabi tutmaya eğilimli olmamız… Ortaya çıkmalarına neden olan koşulları hesaba katmadan, eski düşünceleri, yeni ideolojilerin kantarında tartmaya yelteniyoruz. 

Örneğin bugün, “ırk, cinsiyet ve sosyal statü gözetmeksizin, tüm insanların kendi yaşam, özgürlük ve malvarlıklarını korumaya eşit derecede hakkı olduğu” gibi bir fikre çoğumuzun -en azından liberal olanlarımızın- bir itirazı olmaz.

Oysa eğer sohbetimize katılabilselerdi, Aristoteles kalkıp, ‘asil ruhlu’ -ve köle olmayan- bireylere daha çok hak tanınması gerektiğini savunurdu… Eflatun ona katılırdı… Nietzsche keza…

Stoacılar, tüm insanların eşit doğduğu fikrini benimsedikleri için, bu ‘liberal’ görüşümüzü desteklerlerdi… İlk Hıristiyanlar da öyle… Yukarıdaki formülden ‘malvarlıkları’ kısmını çıkarsaydık, Marx’ın dahi kutsamasını alırdık… ‘Marxistler’ ise, biraz Aristo gibi, bazı kişilerin ‘daha eşit’ olmasına göz yumarlardı.

Politik olarak eşitlik taraftarı olmakla birlikte, doğada bunun mümkün olmadığını bilen Darwin ise, bağlı bulunduğumuz ideolojiyle, bilimsel bulguları nasıl uzlaştıracağımız hususunda, bize örnek olurdu.

Tüm düşünce, din ve ideolojiler, iyi niyet ve deneme-yanılma-düzeltme yöntemiyle, bizim için neyin ‘iyi’, ‘güzel’ ve ‘doğru’ olduğunu bulmaya, onu tesis etmeye çalışıyorlar. Hiçbiri, “nasıl daha kötü bir dünya yaratırım?” düşüncesiyle yola çıkmıyor.

Yarardan fazla zarar getirdiği görülen, ya da bilimin çürütmelerine artık direnemeyen düşünceler, sırayla rafa kalkıyor… Hâlâ bir işlevi olduğu düşünülenler ise, kusursuz kılınmaya çalışılıyor. 

Akıl ‘iyi bir toplumda’, doğamız ise ‘özgür bir ortamda’ yaşamak istiyor. İhtiyaçları farklı olduğu için, uzlaşmaları zaman alıyor.