Biz Birer Siborguz!

Ayşe ACAR Köşe Yazısı
18 Temmuz 2018 Çarşamba

“Siborg tasavvuru, makineleri, kimlikleri, kategorileri, ilişkileri ve uzay hikâyelerini hem kurmak hem de yok etmek demektir. İkisi sarmal dansla birbirlerine sarılmışlarsa, ben tanrıça olmaktan ziyade siborg olmayı tercih ederim.” (1)

Yukardaki ifade, feminist teori ve tekno-bilim konularında dersler veren Donna Haraway’a ait. İlk olarak 1991 yılında makale olarak yayınlanan Siborg Manifestosu’nun son bölümünde yer alıyor bu cümleler. Yayınlandığı günden beri gündemden düşmeyen ve hatta Siborglaşma hızının her geçen gün arttığı günümüzde biraz daha iyi anlaşılan bu makaleye kitap olarak ulaşmak mümkün.

Haraway’in sonuç olarak söylediği “ben tanrıça olmaktan ziyade siborg olmayı tercih ederim” ifadesinin arkasında, toplumsal rol, model ve kimliklere yönelik bir eleştiri yatar.

‘Siborg’u bir metafor olarak kullanan Haraway, bilim, teknoloji ve sosyalist-feminizm arasındaki ilişkiyi tartışmaya açar. Kadın-erkek, organik-mekanik, özne-nesne gibi ayrımların bir kurgu olduğunu söyler ve Siborg’un bu kurguyu parçalama, rolleri yeniden oluşturma gücü olduğunun altını çizer.

Kadın kimliği, toplumsal sistem içinde cinsiyete biçilen roller üzerinden belirlenmiştir. Siborg çağında her yere nüfuz eden ‘baba’ kutsal konumunu koruyamayacaktır. Kadının ikincil varlık oluşunu bilinçli olarak manipüle etmek için söylenmiş olan: masumiyet, doğurganlık, tanrıçalık gibi betimlemeler de artık sona yaklaşmaktadır.

Siborg kelimesinin açılımı ‘sibernetik organizma’dır. Yapay olan ile biyolojik olanın birlikteliğinden oluşan bir organizmadır bu. Dünyanın ilk Siborg İnsanı ise bir sanatçı: Neil Harbisson. İlk Siborg insan olarak daha birkaç yıl önce tarihe geçti. Doğuştan renk körü olan Harbisson, bilgisayar uzmanı Adam Mantandon ile birlikte ortaya çıkardıkları anten-göz sayesinde renkleri göremese de onları kulaklarıyla ayırt edip dinleyebiliyor. Harbisson’un kafatasına bağlanan aygıt, renklerden yansıyan ışığı ayırt ederek her bir ışık dalgasına ayrı bir ses tonu tanımlıyor. İlk Siborgumuz renkleri duyuyor da diyebiliriz.

Bir insanın kafatasında anten-göz olması çok sempatik gözükmüyor olabilir. Alışık değiliz. Robotik sistemler, ya da insan bedenine doğuştan ait olmayan parçalar mümkünse kalçaya takılan protezler gibi bedenin içinde olsun istiyoruz. ‘Makine’ kelimesinin kendisi buz gibi. Oysa ‘insan derisi’ sıcacık bir kelime! mi? bilemiyorum. Fakat Siborg konusunda şunu biliyorum daha doğrusu gidişatı herkes gibi görebiliyorum, diyebilirim: Gelecekte siborg olmayan ‘natürel insan’ bir retro eğilim olarak varlığını sürdürebilir ancak. Yaygın olarak siborglaşacağımız kesin. Hatta yalnızca insanlar değil, hayvanlar da siborglaşacaktır. Sahipleri aracılığıyla kafalarına takılan implantlar sayesinde konuşabilen kedilerin çok konuştukları için kapının önüne su yerine konulma ihtimali de var.

Gelecek ve makineleşme denilince üzülen ve “insan olmaktan çıkacağız,” diyenlerden değilim. Bu duyguyu taşımadığım için mi bilim-kurgu romanlar yazıyorum ya da bilim-kurgu romanları yazmaktan mı bu hale geldim tam emin değilim. Fakat düşüncelerin okunmasını sağlayan çipler kafamızın içine yerleştirildiğinde yalan söylenemeyecek olması, insanların yüzlerine iyi sözler sarf ederken arkalarından kötü konuşulması gibi ‘insansı’ niteliklerin bu sayede ortadan kalkacak olması bana sıcacık geliyor. Şeffaf bir dünya! ‘İnsan’ denilen olgunun gerçekten var olabilmesinin muhteşem ortamı.

Donna Haraway, Siborg’un klişeleşmiş tanımları paramparça edeceğini söylüyor. Bu klişelerin başında belki de “insan olmanın makine karşısında sıcacık bir olgu oluşu” klişesi yatıyor. Bırakın Yapay Zekâ yazılımlı robotik sistemleri, elektrikli süpürge dahi çoğumuzdan daha güvenilir ve samimidir oysa. Elektrikli süpürge, tozu vs. vakumlamak dışında iddiası olmayan dürüst bir varlıktır. Size isterseniz kahve yapabilirim, gibi gereksiz bir iddia taşımaz. Kendisine tanımlanan görevi teknik bir sorun olmadığı sürece en iyi şekilde yerine getirir. İnsan, ‘insan’ tanımını yapabilen ama tanımın gereğini yerine getirmeyen bir varlıktır ve insanım iddiasını tereddütsüz taşımaktadır.

Son yılların en büyük klişe cümlesi: “Yapay Zekâ bir gün dünyayı ele geçirecek!” Haksızlık, taciz, tecavüzle ilgili ne zaman bir haber duysam ya da okusam; bu klişeye; “Keşke!” diyenlerden olduğumu itiraf edeyim.

Yazıyı tamamlamadan Siborg meselesi ile ilgili şunu da eklemeliyim: Siborg’u yalnızca yarı makine yarı insan görünümünde bir varlık olarak düşünmeyin. Siborg denilince zihnimize bu görüntünün geliyor olması sinema filmleri ve dizilerden kaynaklı. Makine-insan birlikteliği tarihi belirgin bir şekilde belirlemeye Sanayi Devrimi ile başladı. Bugün ise cep telefonları ile olan ilişkimiz uzun zamandır Siborg olduğumuzu bize zaten söylüyor. Cep telefonu olmadan özellikle kent yaşamında artık var olabilmek mümkün değil. Biz akıllı cep telefonlarıyla etle RAM olmuş birer Siborg’uz.

(1) Donna Haraway – Siborg Manifestosu (Agora Kitaplığı -2006)