Kararsız gönül

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
11 Temmuz 2018 Çarşamba

(2007’de yazdığım bir yazı. İçinde olduğumuz dönemin birçok kritik özelliğini göz önüne almadığım için açıklayıcı gücü düşük olsa da, seçimlerimizin nasıl oluştuğuna ilişkin bir düşünce alıştırması olarak okumanızı öneririm.)

Ülkemizdeki kişi sayısı kadar siyasi parti oluşturulabilecek bir fikir yelpazesi var, ilk bakışta... Kendi fikir ve isteklerini kimin gerçekleştireceğini belirleme amacıyla sandıklara gideceklerin bir kısmını kesin kararlılar (‘kemik’ seçmen) oluşturuyorsa, bir o kadarını da, ‘kararsız’lar oluşturuyor. Kendi kafasına tam uyanı arayanlar ve bir türlü karar veremeyenler, oy arayan partilerin hedef kitlesidir.

Kararsızlık iki durumda ortaya çıkar: birincisi, seçenekler birbirinden ‘kötü’yse, örneğin, etyemeyen birisi için pirzola ile bonfile arasında seçim yapmak gibi... İkincisi, seçeneklerin hepsi birbirinden ‘iyi’yse; bir türlü karar veremeyip ‘arada kalmak’ dediğimiz durum. Adeta ne karar verirseniz verin, bir şeyin değişmeyeceği bir durum.

Kararsız seçmen ‘hiperaktif’ davranır; değişiklik sever; değişiklik olsun diye veya otoriteyi sinir etmek için beklenenin tersi yönde hareket edebilir; kararını o anda, ne düne, ne yarına bakarak, tam ‘o anda’ (yani, oy verme anında) verir. Beklemeye tahammülü yoktur; kararının belirleyicisi ‘o andaki’, yani son dakikadaki veya sondan bir önceki dakikadaki koşullardır. O sebeple, şu anda karar vermiş gibi gözükenler arasında da, son dakikada farklı bir karar verebilecekleri için, ‘özünde kararsız’ sayılması gerekenler çokçadır. Üstelik son dakikada ‘içinden geldiği’ gibi karar verdiğini düşünen kitlenin içinden geleni, o sırada dışında olan bitenler belirler.

Çocukluktaki dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğunun davranış tarzındaki bazı özellikleri barındırdıkları andırdıkları için (klinik olmayan anlamda) ‘hiperaktif davranan’ diye adlandırabileceğimiz bu toplum kesimi, toplam nüfusun yüzde 10’undan az olmasa gerek. Koşullar belirsizleştikçe, toplumsal stres toksik düzeylere vardıkça bu oran kolayca yüzde 20’ye tırmanabilir.

Seçimdeki belirsizlik seçeneklerin birbirinden farksızlaşmasıdır. Hiperaktif seçmen belirsizliğin etkisiyle kolayca kararsızlaşabilir ve daha önemlisi belirsizliği gidermek, kararsızlığını bir an evveşaşmak için genellikle, o anda ‘ilk akla gelene’ meyleder. Son dakikada ve ilk akla gelen ise, devamlı akılda olabilendir; seçmenin ‘gönlündeki’dir. Gönüldeki genellikle elde ne varsa, odur.

Akıl, bir süre için duruma bir cevap bulamadığında, otomatik olarak ortaya çıkacak davranış, genellikle içgüdüsel, kısa dönemli çıkarlara yönelik, olası bir ‘tehlike’yi savuşturmaya yönelik olacaktır. Varlığa dönük tehdit ve tehlikeler olduğuna herkesi inandırıcı bir propagandası olan grup/aday, kararsızların ‘tepki oyları’nı (kararsızlar düşünmeksizin, ölçüp biçmeksizin, bir anlamda kararı bir an evvel ve o an koşullarında karar verdikleri için) kolayca toparlar.

Ancak, aynı kararsız seçmene ‘yakın’ gelebilecek bir başka yaklaşım, seçmene kendisini önemli hissettiren, adam yerine konduğu duygusunu alabildiği, bu sebeple de kendisini yakın (ve kendisinden yetkin) hissettiği bir kişi/grup da kararsızların ‘gönlünü çelebilir’. Bir şeylerin elden gittiğini söylemekten başka sözü olmayan, tehlike umacısı ‘hamâsi’ kanatların ‘kararsızlar’ nezdindeki garantili etkisini dengeleyebilecek tek seçenek bir tür gönülçelen adayı ya da partisi olabilir.

 

Karışık Kafalarımız

(Ayşe Arman’ın Hürriyet Pazar için sorularına yanıtlar, 24.6.2018)

υ Nasıl bir psikolojik rahatsızlık yaşıyoruz Türkiye olarak?

Yaşadığımız şey kafa karışıklığı! Ancak, bunu bir psikolojik rahatsızlık olarak tanımlamam. Yüksek stres ve belirsizliğin yarattığı kaygı var; ve bu kaygı zaman zaman insanın aklını gölgelemekte!

υ Peki bunun sonucu ne?

Günlük yaşamak ve günü kurtarmak.

υ Peki bu genel sıkışmışlık hali ve (geleceğe) güven kaybı sadece bize mi özgü?

Hayır, zamanın ruhu biraz böyle. Ama ülkemiz de, bu duyguların en yoğun şekilde yaşandığı yerlerden biri. Herkes bu şekilde hissediyor mu, bilmek zor. Hissettiklerinin adını bu şekilde koymayan, halinden memnun olan çok sayıda insan da var. Çocuklara, kendimize benzemezlere, insanlar dışındaki canlılara dönük şiddetin varlığına, boyutuna bakınca,  dile getirilmemiş, adı konmamış hislerin varlığını düşünmemek zor.

υ Peki bu zihinsel buhran en çok kimi vuruyor?

Tabii ki gençleri! Kafanız karışıksa, kafanızı kaldıracak haliniz de olmuyor! Oysa bize yıldızlara bakacak gençler lazım. Ama o kadar endişeli ki gençler... Aslında bu, herkes için geçerli çünkü bu dönemin öne çıkan duygularından biri: Belirsizlik. Birçoğumuz bunu hissediyoruz ama içinde olduğumuz ruhsal sıkıntının kaynağının adını koyamıyoruz. O sıkıntıya bir kaynak icat etmeye başlıyoruz. Birilerine düşman olmak da böyle bir şey aslında...

Okullarda ruh sağlığını düzeltme amaçlı çalışmalar yapıyoruz. Binlerce çocuğa uyguladığımız anketlerle birtakım sonuçlara ulaşıyoruz. Kaygı düzeyi epey yüksek. Gençlerin hedeflerini belirlemek için gereken odaklanmada sıkıntıları var. Sosyal stresin yüksekliği sebebiyle, kafaları kolayca karışabiliyor. O yüzden bugün ‘a’ dediğine, yarın aynı insanlar ‘b’ diyebiliyorlar. Gençler de bu durumda, yetişkinler de. ‘Kararsızlık” denilen şey de bu.