Hayatta soru sormaktır zor olan

Hayatla derdi olanlar hakikati arama yolunda yalnız olmanın ceremesini çekerken mutlak hakikate ulaştıklarını sananların zihinsel terörünün altında zor nefes alıyor.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
23 Mayıs 2018 Çarşamba

“Nasıl olur da insan varoluşun o harika belirsizliği ve çok anlamlılığı içinde durur da soru sormaz, soru sormanın hazzından ve hırsından titremez?” - Friedrich Nietzsche

Her bölgesi iliklerine kadar kutuplaşmış dünyada konumlarını milim kıpırdatmak istemeyen zıtların patırtılı ve kaotik esareti altında yaşamak, nefes almak zor, günümüzde.

Araf’ta kalacak kadar bir varoluş sıkıntısına maruz kalmak hakikati arayanlara verilmiş gizemli bir ceza olsa gerek.

Hayatla derdi olanlar hakikati arama yolunda yalnız olmanın ceremesini çekerken mutlak hakikate ulaştıklarını sananların zihinsel terörünün altında zor nefes alıyor.

Sual sormak yerine sürekli cevap verenlerin dünyası artık can sıkmaktan öte işkence etkisi yaratıyor.

200 bin yıllık insan yaşamı tarihinin sosyolojik ve ontolojik gizemlerini, yaşadığı otuzlu, kırklı yaşlarda çözdüğünü sanan, etrafında olup bitenlerin karmaşık yapısını anlamak için soru soracağına, sorgulama yapacağına ya komplo teorilerinin sözde güvenli limanına uğruyor ya da biat ettiği yapıların kendisi için hazırladığı paket programlarının hayal dünyalarına dalıyor. Hayatı çoktan çözmüşken, yeni bir soru sormayı aklının ucuna bile getirmiyor. Soru sormak yerine sürekli olarak verdiği aynı tür cevapların mapushanesinde volta atıp hakikati yakaladığı sanısına kapılıyor. Duruşundan, düşüncesinden milim şüphe duymuyor. Bilakis ‘şüphe’nin en büyük düşmanı olduğunu sanıyor. Hep aynı ‘şarkı’yı aynı insanlarla birlikte söylemeye çalışıyor, sevdiği veya taptığı şarkıyı söylemeyenleri ise de facto düşman bilip, onları, hakikatlerine zarar verici ve giderek yok edilmesi gereken ‘zararlı’ unsurlar olarak görüyor. Zira o şarkıyı söylemeyenleri, nefret ettikleri şüphe ‘virüsü’nün yayılmasını sağlayanlar olarak görülüyor.

Her iki kutbun kifayetsiz muhterisleri cehaletin gölgesinde, olanı muhafaza etmek, farklı bir olası hakikati anında yok etmek için bağırıyor, bel altı vuruyor hatta tehdit de ediyor: “Tek hakikat benim hakikatimdir. Ya bana itaat edersin, ya da…”

Ancak hayat bu sözde hakperestçilerin algıladığı ve herkese de dayatmak istediği kısa yol formülünden ibaret değil. Soru sormayı kestikleri, biat etmeye  sorgusuz sualsiz devam ettikleri süreçte, son durak, duvar olarak beliriyor hayatlarında. Dünyayı basitçe formüle ettiklerini sandıkları için duvara tosluyorlar. Sonra da bu duvarı kimin ve neden koyduğunun yeni yalan dünyasını kuruyorlar o köhnemiş, çalışmayı unutmuş beyinlerinde. Ve yeni bir kısır döngüye giriyorlar. “Ben hatalı değilim, başarısızlığı bana yaptıran ‘öteki’dir”in sanrısıyla yerden kalkmaya çalışıyorlar.

Ve sonra, hiçbir vukuat olmamış gibi, hayatlarına, soru sorulmanın gereksiz sayıldığı biat dünyalarına geri dönüyorlar.

Oysaki insan, her başarısızlıktan bir ders çıkarır. Her duvara çarpmasından bir sonuç çıkarır. Bu duvarı koyanları suçlu göstereceğine, belki de ilk kez kendisine bir iyilik yapıp ‘neden çarptım?’ı sorar. Yok sormaz, zira zihin kodları artık buna müsaade etmez. Yeni duvarlar hayatın her evresinde belirmeye devam ederken o, her yere düştüğünde o duvarları yapanları suçlamaya, kendisinin neden başka bir yol bulamayıp da duvara çarptığını sormamaya, sorgulamamaya azim gösterir.

Zira zor olan, hayatta soru sormaktır.

Bu meyanda, birileri de sanki ‘düşünmeye mahkûm olmuş’ sanısıyla hakikat yolunda soru sormaya devam eder. Soru sordukça, cevapların çeşitliliği gözlerini kamaştırır, zihni dur durak bilmeden çalışmaya mahkûm olur. Zira gerçek hakperestliğin düşünceden geçtiğini, biat’ın ise hakikatten uzaklaşmanın mimarı olduğunu bilir.

Yanıldığı zaman bunun yeni bir zihin besini olduğunu, hakikatin yolunda bulunmaz bir tecrübe silahı olduğunu anlar. Yere düşmekten korkmaz zira o, soru sordukça yere nasıl ve hangi şartlarda düşülmeyeceğini öğrenir.

Hayatın ve gerçeğinin ancak ve ancak soru sorarak ve doğru cevapları araştırmakla bir anlam ifade edeceğini bilir.

Hayatla derdi olduğu için soru sorar. Sordukça hakikate yaklaşır. Hayatın işleyişi ile derdi olmayanlar ise soru soranları sevmez, hatta nefret ederler.

Her iki biatçı zıt kutbun arasında yaşamaya çalışmak, hele itiraz etmek cesaret gerektirir.

Rüyalarındaki kendi düşler dünyasında yaşayanlara ve soru soranlara hayat hakkı tanımak istemeyenlere karşı çıkmak hakikate oksijen sağlayacaktır.

Zira aslolan rüya değil, hakikattir.

Zor olan ise, soru sormayı bilmektir.

 

 

Türk Yahudi Toplumu bir beyefendisini daha kaybetti. İşine ciddiyet ve saygıyla sarılan dürüstlük abidesi, insan gibi insan Jak Strugo’yu çok arayacağım.

Işıklar içinde istirahat et, Strugo ağabeyim...