Kuşlar gibi özgür olmak

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı
9 Mayıs 2018 Çarşamba

Kuşlar kadar özgürüz hepimiz… Ne daha fazla, ne daha eksik…

Ne kuşlar dünyaya ‘kuş beyinli’ gelmeyi seçiyor, ne de biz, kanatsız doğup uçamamayı… Kuşlar da, biz de, bedenlerimizin oluşturduğu kafeslerin içine hapsolmuş, doğamızın buyruklarına boyun eğerek yaşıyoruz…

Tutsak olduğumuza dair sayısız işarete rağmen, kendimizi hem bedensel olarak, hem de düşünce ve davranışlarımızda tamamen özgür hissediyoruz. Bu ‘özgürlük yanılsamasına’ neden olan, isteklerimizin farkında olup, bizi bir şeyler istemeye iten nedenlerin farkında olmayışımız.

Oluşturduğumuz toplumların ‘medeniyet’ göstergeleri, ahlak, hukuk, din ve politika, insanın eylem ve düşüncelerinde özgür olduğu varsayımına dayanıyor hep… Toplumun yasalarını çiğneyen ‘cani’ ve ‘günahkârların’ suç ve günahlarını ‘bilerek ve isteyerek’ işlediklerini varsaydığımız için, cezalarını da ‘hak ettiklerini’ düşünüyoruz… Onları ‘bu’ dünyada, olmazsa,  ‘ötekinde’ cezalandırmakla tehdit ediyoruz.

Meditasyon yapanlarımızın bildiği gibi, düşüncelerimiz üzerinde fazla bir egemenliğimiz yok… Özgür irade, bir yanılsamadan ibaret… Zihnimizde, esrarengiz bir biçimde beliriveren düşüncelerimiz, ne özgür, ne de iradi… Kafalarımızın içinde isteklerimizin “uygun” olup olmadığını kabul ya da ret edecek bir ‘etik sorumlusu’ yok.

Biz hayatı değil, hayat bizi yaşıyor adeta… İçinde bulunduğumuz koşullar, bizi kontrol ediyor… İçgüdülerimiz, bazen projelerimize destek veriyor, bazen de köstek oluyor. Başarılarımızın övünülecek, başarısızlıklarımızın utanılacak bir tarafı yok… Hiçbirimiz övgüye ‘layık’ değiliz… Ve hiç kimse yerilmeyi ‘hak’ etmiyor.

Övgü ya da yergiyi hak eden bir şey varsa, o da, şansımız… Seçmiş olduğumuz yol değil… Zeki, çalışkan ve sağlıklı olmak için şans gerekiyor… Hiç birimiz, aptal ve tembel olmayı, ‘özgür’ irademizle seçmiyoruz.

Çoğumuz, bir ‘psikopatın’ beynine sahip olmadığı için ne kadar şanslı olduğunun farkında değil… Eğer işlediğimiz bir suça, beynimizdeki kimyasal bir aktivitenin, ya da tümörün, ya da çocuklukta maruz kaldığımız bir istismarın, ya da bunların karışımının neden olduğu anlaşılırsa, toplumun kimi ‘cezalandırması’ gerekecek acaba? Beynimizin ‘kimyasını’ mı?.. Tümörü mü?.. Çocukluk travmasını mı?..

İdam mahkûmlarının en büyük şanssızlığı, dünyaya yanlış genlerle, yanlış ortamda, yanlış ülkede, yanlış fikirlerle gelmiş olmaları. 

↔↔↔

Hiçbir suçlu, cezasını hak etmiyor… Ama, ne var ki, suça maruz kalan da, ‘kurban’ olmayı hak etmiyor… Suç tezgâhının ‘o’ yanında olan, toplumdan anlayış, ‘bu’ yanında olan da, korunma bekliyor.

Nasıl ki, kuduz bir köpeği - topluma başka zarar vermemesi için - tecrit etmeye hakkımız varsa, tehlikeli bir caniyi de toplumdan uzaklaştırmaya hakkımız var… Bu iki ‘aşağılık hayvanın’ cezalarını hak ettiklerini ileri sürmek ise, tamamen yersiz.

 

 

———————————————————————————————————————————————