Bu otobüsten hâlâ inen yok!

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
28 Mart 2018 Çarşamba

Bazı kararlar vardır. Almak yetmez. Cesaretle uygularsın ve öyle bir an gelir ki, sadece seni değil tüm etrafını hatta ülkenin gidişatını bile şekillendirirsin. Aslında yaptığın belki sadece kendin için onurlu bir duruştur ama bir bakmışsın ardından gelenler çoğalmış, ‘hak verilmez alınır’ denen o cehennemden bir haksızlık daha kurtulmuştur.

Bir kadın var. Başkaldırıp “Hayır, otobüsün arkasına gitmeyeceğim” diyerek sadece kendi hayatını etkilemedi. O karar bir kültürü şekillendirdi.  Hatırlayacaksınız, 1950’lerde Amerika’da ırk ayrımı hâlâ yürürlükteydi. Siyahi diye nitelenen Afro-Amerikalılar otobüslerde sadece arkalarda oturabiliyordu. Üstelik bir beyaz gelip onun yerini istediğinde, yerini vermek ve daha arkaya geçmek zorundaydı. Artık o arka nereye kadar devam ederse! Düzen böyle devam ederken 1 Aralık 1955 tarihinde Rosa Parks ise kendisinden yerini isteyen beyaz adama karşı geldi. Otobüs şoförünün ısrarına, etraftakilerin müdahalesine hatta polisin çağrılmasına rağmen sırf yerini vermediği için tutuklandı. Ne acı ki kendisini tartaklayan polise bunu neden yaptığını sorduğunda “Bilmiyorum” yanıtını aldı. Ancak ertesi gün Afro-Amerikalıların başlattığı otobüs boykotu, kısa zamanda tüm ülkeye yayılarak bir yıldan fazla sürdü. Olaylar ise son olarak 1964’te kendilerine beyazlarla eşit haklar veren sivil haklar kanununun çıkmasına vesile oldu. Kibriti ilk ateşleyen, sesini ilk yükselten Rosa Parks ise hepsinin içindeki gücü uyandırdı. İtiraz edebilmeyi, razı olmamayı, yanlışa itaat etmemek gibi kavramları harekete geçirerek yaşadığı kültürün şekillenmesine vesile oldu. Belki anlık bir kızgınlıktı yaptığı yahut dayanamayıp bir yerlerinden kırıldı. Haksızlığa tahammül edememek belki çocukluğundan gelen bir yanıydı. Bilemeyiz fakat bunların hepsi ya da hiçbiri olsa dahi anlaşıldı ki, haksızlığın altında gizlenen bir hak düzeninde oturuyorduk. Hani medeni esaslarımız vardı ya! Mesela biz o esaslara göre neyi tam olarak konuşarak çözebildik hâlâ düşünüyorum. Bu yazı bitmeden bulursam kesinlikle ilave edeceğim. Lakin ne mümkün! Asıl medeni seviyemizi gösteren de yaşadığımız olaylar oluyor. Daha doğrusu onlara verdiğimiz ya da veremediğimiz tepkiler belirliyor bizi. İki taşın birbirine sürtmeden ateşin çıkmayacağı gibi insanlık hâlâ birbirine sürte sürte ilerlemeye çalışıyor. Halbuki çakmağı bulmuştuk biz! Niye kullanmadığımızı bilen varsa söylesin! Taş gibi birbirimize sürtmeden niye gelişemiyoruz? Anlayan varsa çıkıp izah etsin.

İnsanlık tarihinde hâlâ sürtünerek vardığımız noktayla ülkemizde ise azıcık sesini yükselten ya da itiraz edenler artık Silivri’de zorunlu ikamet ediyor. Ayrıca bizden değiller dedikleri kitle işsizken, diğerleri de zaten susuyor.

Örneğin, Türkiye’nin en büyük medya guruplarından birinin geçen hafta başka bir gruba satışı yapıldığı duyuruldu. Zamanın ruhuna uygun olarak yapılan satışa göre medyada bir devir daha kapandı. Ve medya bir sınavını daha başarıyla veremedi. Fakat sadece medya deyip genelleştirmek samimiyet yoksunluğuna yol açar. Köşelerinde yıllarca oturan, susan, hatta penis boyları ve libidolarıyla uğraşan içi geçmiş yazarlarımız da vardı. Sanırım bu satışla onlar da devroldu. Ama her şey olup biterken seslerini büken onlar konu magazine gelince en afili soruları ortaya atar hale gelmişlerdi zaten. Sahi onlardan kimse bu otobüsten inerim böyle otobüs olmaz olsun dedi mi? Sanmıyorum. İş takibi, ek iş, tüccar gazetecilik, enerji işine bile giren gazeteci oldu. Onlar nedense bir tek şehitler olunca ağlıyorlar. Devir üstüne devir binse de yine otobüsten inmeyecekler çünkü. Önemli olanın sadece otobüste var olmak olduğunu sandıkları için tekerlekte bile gitmeye razı oldular. Hâlbuki inebilmek de binmek kadar hak ve sorumluluktu. Emsali artık dünyada bile kalmayan gazeteciliğimiz için hala duymadığımız utanç, bizi eleştirdiklerimizle aynı yere koyar. Türkiye’de gazeteciler, işini yapmadığı için medya bugün şikâyet edilen yerde şikâyet edilenlerle beraber oturuyor. Ayrıca işini yapmak sadece haber yapmak değil gerektiğinde yapmamayı da göze almaktı. Onun yerine ortaya koyacağınız bir tavır vardı. Haksızlığa karşı bir duruş söz konusuydu. Biricik okuyucum, ayrıca bu vesile gazeteciliğin cenaze namazı geçenlerde ikindi namazını müteakiben İstanbul’da kılındı. Haberin olsun.