Kötülüğe karşı ‘Beyaz Gül’

Kötülüğe sessiz kalanların arasında o kadar azlar ki, insanın gelecekten umudu kesiliyor. Zira tarih hiç ders alınmadan mütemadiyen tekerrür ediyor

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
14 Mart 2018 Çarşamba

“Devletimiz şu anda Şeytan’ın diktatörlüğü altındadır. Bunu uzun zamandır görüyorsunuz, o halde neden hâlâ karşı çıkmıyorsunuz? Neden bu diktatörün, tüm haklarınızı gizlice ve yavaş yavaş çalmasına karşı çıkmıyorsunuz? Yarın geriye hiç bir şey kalmayacak, hiç bir şey. Geriye kalan sadece ve sadece katillerin ve sarhoşların yönettiği robotlaşmış ulusal bir Alman makinesi kalacak. Bu cehenneme karşı direnmeyi ertelediğiniz her bir günde suçunuzun büyük bir ivmeyle arttığını görmüyor musunuz?”

Tarih, Haziran 1942. 1939’dan beri Alman Ordusu’nun kazandığı zaferlerin sona erdiği, Rusya, İngiltere ve ABD karşısında yenilgilerin alınmaya başlandığı dönem.

Almanya’da Hitler’in önderliğindeki faşist rejimde, hükümet her şeyi kontrol altında tutmaktadır. Haber ajansları, medya, polis, silahlı kuvvetler, adalet sistemi, iletişim, vatandaşların seyahatleri ile yuvadan üniversiteye kadar tüm eğitim kurumları ve bütün kültürel ve dini kurumlar Nazi rejiminin büyük ve ödünsüz kontrolü altındadır. Muhalefet silinmiştir, halk sinmiştir; en küçük direniş çok sert bir şekilde ezilmektedir. Okullardaki öğrencilere bile, velilerinin Hitler veya Nazi ideolojisine karşı olası olumsuz yaklaşımlarını eleştirmelerinin zorunlu kılındığı, dünya tarihinin en gaddar yönetiminin olduğu bir dönem.

Alman halkının büyük bir kara propagandanın altında günlük hayatına devam edip, sessizliğe boğulduğu bu dönemde, vicdanlarını kaybetmemiş, liberal görüşlü, iyi eğitimli ve entelektüel bir grup üniversite öğrencisi Nazi rejimine karşı şiddet içermeyen, pasif direnişi hedefleyen ‘Beyaz Gül’ adlı bir örgüt kuracaklardı. Amaç suskun, korkmuş ve sinmiş ruhların vicdanlarına seslenip, daha da kötüyü görmeden faşizme karşı çıkmak için el ele çalışmaktı. İsimlerini, “idealist ve naif,  fakat inandıkları şeye tutkuyla kendini adamış” olarak tasvir ettikleri beyaz gülden alacaklardı.

Grubu kuran, tıp eğitimi aldığı esnada doğu cephesinde askerlerin sivillere yaptıklarından büyük utanç duyan, Münih Üniversite öğrencisi Hans Scholl ve aynı okulda eğitim gören kız kardeşi Sophie Scholl’du.

 

Bu kardeşlerin, evde aldıkları eğitimin karakteri gereği kötülükle dertleri vardı. Yanlarına aldıkları, çoğu öğrenciden ve bir kısım da profesörden oluşan onlarca grup üyesiyle birlikte pasif direniş adına gizli bildiriler kaleme alıp, bunları halkın okuyabileceği mekânlara gizlice bırakarak ve duvarlara grafitiler çizerek halkı uyanmaya çağıracaklardı.

Haziran 1942 ila Şubat 1943 arasında, ünlü düşünürlerin kötülükle mücadele ve özgürlük ile bağlantılı sözlerinin de bulunduğu, halkı sertçe uyarıcı bolca felsefi sözlerin bulunduğu tam yedi tarihi bildiriye imza atacaklardı. İlki Almanya’daki yükselen faşizmi ve yozlaşmayı irdeliyordu. İkinci bildiride ise Yahudilere karşı işlenen tarihte eşi görülmemiş sistematik soykırım anlatılarak şöyle söyleniyordu: “Yahudiler de insan. Bu cinayetler insanlığa karşı işlenmekte. Kiminizin ‘bunları hak ettiler’ sözü bile büyük ve benzersiz bir utanç kaynağı olacaktır.”

Üçüncüsünde ise, bu yazının girişinde sözleri verildiği gibi, diktatörlüğe vurgu yapılacak, Hitler ve Nazi ideolojisi tüm korkunçluklarıyla eleştirilecekti.

Sonraki bildiriler ise yine bilim ve düşün insanlarının tarihe geçmiş fikirlerinden yola çıkarak ‘uyuyan’ Alman halkını ayağa kaldırıcı, vicdanlarını harekete geçirici vurguda olacaktı.

Ağabeyinin sözüyle gruba katılan 21 yaşındaki Sophie Scholl giderek grubun liderliğini alarak, Nazileri yok etmeye ant içecek kadar kötülükle savaşmaya karar verecekti. Bildiriler, bıkmadan usanmadan gizlice, geceleyin sokak kapılarının altından evlere dağıtılıyor, sokakların önemli köşelerine konuluyordu.

Nazilerin gizli polisi Gestapo’nun bu bildirilerin başka şehirlere de yayılmasından büyük endişe duyarak dağıtanları yakalamak için büyük uğraş verdiği bir gün, 18 Şubat 1943’te Sophia, elindeki son kalan bildiri kağıtlarını, Münih Üniversitesinin en üst katından aşağıya fırlattığında Gestapo’nun adamı olan bir üniversite çalışanı tarafından ağabeyi ile birlikte yakalanacak ve akabinde, yedinci bildirinin taslağıyla yakalanan üç çocuk babası olan bir arkadaşlarıyla birlikte Nazilerin düzmece mahkemesine çıkarılacaklardı.

Scholl Kardeşlerin mahkeme heyeti karşısında aldıkları kahramanca tutum hakimi daha da sinirlendirecek ve diğer arkadaşlarıyla birlikte vatana ihanet suçundan giyotinle ölüme mahkum olacaklardı.

Hans, infazın hemen öncesinde, “Yaşasın özgürlük” diye bağırırken, Sophie ise, “Ne kadar güzel, güneşli bir gün ve ben gitmek zorundayım, fakat binlerce insan bizim sayemizde uyanır ve harekete geçerse, ölümüm neden bir sorun olsun ki!”  diyecekti.

Sophie’nın, “Hitler’in ağzından dökülen her şey yalan” diyerek Almanları ‘uyandırma’ isteği, Almanya topyekûn yenildiğinde ve Hitler intihar ettiğinde anca karşılığını bulacaktı, iş işten geçtikten sonra…

Hans katledildiğinde 24, kardeşi Sophie ise sadece 21 yaşındaydı.

Kötülükle derdi olan bu iki kahraman kardeş katledilmelerinin 75. yılında dünyanın her tarafında iyiliğin ender melekleri olarak anılıyor.

Kötülüğe sessiz kalanların arasında o kadar azlar ki, insanın gelecekten umudu kesiliyor.

Zira tarih hiç ders alınmadan mütemadiyen tekerrür ediyor.

Işıklar içinde uyumaya devam etsinler.