Güneşin insanın ruhunu aydınlattığı bir kasım günü, İstanbul’un Karadeniz kıyısındaki plajlarından birinde… Orada, doğanın koynunda, rüzgârın ısırması ile güneşin ısıtmasının tezatlığında çağıl çağıl kabaran dalgaların arasında bir melodi çağladı düşüncelerime doğru… Bildiğiniz bir melodi… “Bilmem ki bu akşam sen de bir hoş musun? İçmeden hatıralardan sarhoş musun?” diyordu sözleri….
Kimler geldi, hayatımdan kimler geçti….
Neler geldi, neleer geçti.
Platonik aşklar, nişanlar, düğünler, doğumlar, acılar, cenazeler... Röportajlar, sohbetler, toplantılar, seyahatler. Pazartesi akşamları idi sanırım- evlerde toplanıp yabancı gazetelerden kesilmiş yazıların arasından haber seçimlerin yapılıp tercüme edildiği günler... Daha henüz üniversite zamanlarım. Şalom aşkı mıydı beni heyecanlandıran her toplantı günü, yoksa gönlümü kaptırdığım ama beni hiç görmeyen ilk aşkıma yakın olma isteği mi? Sonrasında bir dönem yaşam koşturmacasında geri plana itilse de yazı hep vardı yaşamımda. Derken küçücük deneyimsiz yaşımda sanat sayfası editörlüğüne soyunmam. Bunca kalabalık değildik ki o zaman. İşi, yaparım diyen, sırtlanıyordu tüm sorumluluğu. Çıta da şimdiki kadar yüksek değildi. O dönemki deneyimsiz ve yeni yetme halimle, ancak yaptığımız derlemelerden oluşan sanat sayfasına, biraz yorum yapma çabalarım. Kırdığım testiler! Mizanpajlar, pikajlar... Samanyolu Sokak’taki fareli ofis, sanatçılar... Çok sevgili Naim Güleryüz’ün unutulmaz kırmızı kalemi... Birçok genç yazarın görünürse sansür yiyeceğinden korktuğu için adım atamadığı o toplantı odası... Atiye Sokak’taki yerimizin açılışı, ilk sergiler... Şalom sayesinde tanıştıklarım, kimileri sadece bir sohbette kalmış; kimileri yüreğime, ruhuma değmiş, yaşam boyu dostluk mertebesine ermiş, abilerim, ablalarım, sonraları, çoook sonraları genç kardeşlerim: SEVDİKLERİM. Her daim zorlandığım yazı başlıklarımın - şimdilerde twitter takipçilerime soruyorum; o zamanlar bilgisayarlar bile ya yok ya büyük lüks - isim annesi sevgili Liz Behmoaras.
Derken bir ‘ara!’ Uzun bir ara! Ayının kış uykusuna yatması, tohumun kar kaplı toprağın altında gelişmesi, kelebeğin kozasında olgunlaşması gibi bir ara. Uzun, çok uzun yıllar sürece bir ara.
Ve bir yeniden doğum. Yepyeni bir heyecan ile... Hayatımda hep çok büyük bir yer kaplamış olan yazının, aslında belki de kendisini bana empoze ettiğini, beni sözünü söylemek için, daha çok okur tarafından okunmak ve duyulmak için, anlaşılmak ve birlikte daha güzel yaşamlar yaratmak için bir araç olarak kullandığını anladığım bir yeniden doğum. Evet, bir canlı organizma bence yazı, yaşama geçmek için yazarını kullanan. İlk göz ağrıma tedricen ama aşkla geri dönüş. Sanat yazıları, derken İSİMSİZ isimli köşem ve Şalom Dergi. Daha uzun, daha detaylı, daha kapsamlı… Birbirinden farklı birçok konuyu çok yönlü inceleme şansı benim için Şalom Dergi.
Ezcümle, yazı aşkının hayat yolculuğuna, hayat yolculuğunun yazı aşkına dönüşmesi Şalom. Şalom’un 70 yılı... Benim yaşam yolculuğum bir anlamda. Yazıp yayınlandıkça açığa çıkan, en değerlisi ise, okundukça ve hatta yorumlar aldıkça okurlarımla zenginleşen bir yaşam yolculuğu... Yıllara vurulduğunda belki çok anlamlı olmayan bir süre Şalom’da yazdığım süre. Yüreğe bakıldığında sonsuz ve sınırsız!
Tıpkı karaya vuran coşkun dalgalar gibi. Yine, yeniden. Neler geldiii, hayatımdan neler geçti... Hiç birisi Şalom kadar sevilmedi, neler geldiiii, neleer geçti.
Daha nice 70 yıllara Şalom!