Modernite, Cumhuriyet ve bugün

oplumun aklın yoluyla örgütlenmesi, kültürlere saldırı olarak görüldükçe çağa uygun bir yaşam tarzı mümkün olmayacak. Çağın gereklerini yerine getirmeden de hayallerini kurduğumuz müreffeh yarınlar hayal olacak. Kültürlerin kendini yenileyemeyen unsurlarını, aklın zeminine tercih eden herkesin neyi desteklediğini herkes gayet net görmeli ve distopya gibi uzak bir mesele görmek yerine, yanı başımızdaki tehlikeli bir durumdan bahsettiğimiz görülmeli.

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
18 Ekim 2017 Çarşamba

 

Bir kız çocuğunu daha kaybettik. Helin Palandöken, henüz 17 yaşındayken, eski sevgilisi tarafından öldürüldü. Ölmeden önceki tweet’lerinden biri, maalesef bu ülkedeki kadınların çoğu için tanıdıktır: “Gizli bir platonik sapığım var, sokağa çıkmaya korkuyorum.”

Bir çocuğu koruyamamamızın kültürel bir atmosfere bağlı olduğunu söyleyerek başlayalım, aramızda bunu gizlemeye, hoş görmeye, yatıştırmaya, olağan göstermeye çalışanlar var. Bu vebal en çok onlarındır. “Ya benimsin ya kara toprağın” romantizminden tutun 17 yaşındaki bir çocuğun katledilmesine “Aşk kurşunları” diye manşet atmaya kadar hemen her yerde izlerini bulabileceğiniz bu boğucu kültürel atmosfer, kadının değerini her geçen gün düşüren yoğun bir baskıyı doğuruyor ve son noktada kadının can güvenliğinin şüpheli olduğu bir yere varıyor. Nitekim Helin’in cenazesi kalkmadan, kuzeni ile zorla evlendirilen Çiğdem’in aile meclisi kararıyla öldürüldüğü haberi geliyor.

Geleneklerin çağa uymayanlarını dahi geçmişin meşruiyetiyle sarıp sarmalayıp ‘kültürel değerlerimiz’ diye bayraklaştırmak, bu memleketin insanına ihanettir; çünkü Cumhuriyet’le gelen kazanımlarına göz dikmek demektir. Bu ülkenin hiçbir kızı zorla evlendirilmeye, korkudan sokağa çıkamayacak hale gelmeye, evinde şiddet görmeye razı olacak değil; fiziki gücü yetmediğinde bu güç Cumhuriyet’in gücü idi, bugün maalesef devlet bu görevlerini üzerinden teker teker atıyor. Ancak Cumhuriyet’i pek çok yönden eleştirmek mümkün olabilecek ve hatta bu, bir adım ileri olsun gidebilmek için de gerekli sayılabilecekken, devlet ve Cumhuriyet eleştirileri her şeye ‘ceberut devlet’ demek sığlığında buluştu. Oysa böyle bir konuda devlet zoru tabii ve gereklidir.

Çünkü ‘insanoğlu’ birkaç anaerkil örnek istisna kabul edildiğinde, modernite öncesi hiçbir toplumda kadın ve erkeğin eşitliği temelinde bir kültür oluşturmamıştır, kadının özgürce yaşama güvencesi ve eşdeğerliği modern bir fikirdir. İnsanlığın tarihinde önemli bir eşik olan modernite, zihinlerin dönüşümüdür en temelde. Kadının eşitliği, dokunulmazlığı ve özgürlüğü modern düşüncenin ürünleri olarak Cumhuriyet eliyle Türkiye’ye gelmiştir. Bu ülkede kadının erkekle eşitliği, dokunulmazlığı ve özgür bir birey olduğu fikri, Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerindendir, Cumhuriyet’in politikasıdır. Eğer kadın-erkek eşitliği fikri devlet zoru olmadan savunulmasaydı, Türk kadını 90 yılı daha yeni geçen kısa bir zaman diliminde, birkaç kuşakta bu kadar ilerleyebilir miydi? Kuşkusuz hayır.

Bu fikir geleneklere değil, akla dayanır. Yalnız kadın için değil, tüm toplum için daha yararlı olma niteliği taşır, ezcümle kadının erkekle eşdeğer olması herkes için iyidir. Ancak yine de bu ortak iyi, saldırı altında. Kişisel problemleri olduğu her halinden belli olan türedi bir televizyon ünlüsü, çocuklarının velayeti anneye verildiği için Twitter’da bir süredir medeni kanunla kavga halinde örneğin. Hedefinde de Atatürk ve devrimler var. İşte o devrimler ve kanunlar, o çocuklar babalarının sorunlarından etkilenmeyip sağlıklı bir ortamda gelişebilsinler diye var. Sonuçta o çocuk da devletin bir vatandaşıdır ve devlet vatandaşlarını korumak, kendilerini geliştirebilecekleri güvenli bir çevre sağlamakla mükelleftir ve bu sınır, babayla çocuğunu ayırmaya kadar ilerleyebilir.

İşte bunu, kanunların üstünlüğünü bize bir süredir ‘vesayet’ olarak anlatanlar, her taşın altında ‘zulüm’ arayanlar oldu. Gayet de kolay bir yoldu, konunun aslına astarına bakmadan çocuklarını göremeyen babanın tuhaflıklarını göz ardı ederek medeni kanunun babaya ettiği zulmü bulabilirdiniz pekala; hazır gelmişken Cumhuriyet eleştirisi, her şeyi Batı’dan olduğu gibi aldığımızı, sindiremediğimizi, kültürümüze aykırı olduğunu anlatıp pekala eleştirel ve vicdanlı aydın olabilirdiniz. Pek çok kişi bu kolay yolla modernite eleştirisi yapa yapa premodernin, Cumhuriyet eleştirisi yapa yapa da kör topal da olsa ilerleyebilen demokrasimizin bugün geldiği halin kapısını araladılar. Feminizm ve liberalizm adına söylenen kimi sözler, çok eşliliği savunan erkeklere, kız-erkek karma eğitimden rahatsız olanlara, kadınları ayrı otobüslere tıkmak isteyenlere, kız çocuklarına yarı mirası öngören vicdanlara meşruiyet zemini sağladı.

Toplumun aklın yoluyla örgütlenmesi, kültürlere saldırı olarak görüldükçe çağa uygun bir yaşam tarzı mümkün olmayacak. Çağın gereklerini yerine getirmeden de hayallerini kurduğumuz müreffeh yarınlar hayal olacak. Kültürlerin kendini yenileyemeyen unsurlarını, aklın zeminine tercih eden herkesin neyi desteklediğini herkes gayet net görmeli ve distopya gibi uzak bir mesele görmek yerine, yanı başımızdaki tehlikeli bir durumdan bahsettiğimiz görülmeli.

Ne Atatürk, ne kurucu kadro ne de Cumhuriyet hiçbir zaman ne dinin, ne geleneğin düşmanı olmadı, ne de Batı’dan kopyala-yapıştır devrimler ithal etmediler. “Batı’dan alındı” diye modern olan herhangi bir ürüne işaret etmek, modernin yalnız Batılıya hak olduğu gibi bir anlama da geliyor. Oysa bu, insanların zihinsel ve toplumsal örgütlenmelerindeki temel bir dönüşümdür ve küresel etkileri olmuştur, haliyle Batı’ya ait bir mal görülmek yerine ortak miras olarak kabul edilmelidir. Çünkü onu en çok eleştirenin de iliklerine kadar işlemiştir: Televizyonlarda deve sidiğiyle tedavi önerenlerin önünü açanlar, tedavi olmaları gerektiğinde en modern hastanelere erişebilmek için Amerikalara kadar gidiyorlar; medrese açmaktan bahsedenler, çocuklarını dünyanın en iyi üniversitelerine gönderiyorlar. Birbirimizi kandırmayalım.