Nasıl bir komşu?*

Ağustos ayında bir pazar akşamı… Büyükada’dan Beşiktaş’a dönen deniz otobüsündeyim. Hareket ettikten birkaç dakika sonra içerde uğultuya sebep olacak bir anons duyuyorum. Yetkili İngilizce “Dear Rahel Levi…” diye başladığı anonsta misafirimizin Türkiyeli Yahudi olduğunu bilmeden az evvel düşürmüş olduğu kredi kartını teslim edebilmek için iskelede kendilerine ulaşmalarını rica ediyor. Anons bitiminde motordaki diğer Yahudi misafirler gülümseyip “Rahel sana seslendi, duydun mu?” diye Rahel Hanım’ı uyarıyorlar. İçimden “Acaba İDO yetkilileri neredeyse her gün adalara deniz otobüsü ile seyahat eden Yahudi, Rum, Ermeni komşularını ne kadar tanıyor?” diye sormadan edemiyorum.

Mois GABAY Köşe Yazısı 0 yorum
20 Eylül 2017 Çarşamba

Ağustos ayında bir pazar akşamı… Büyükada’dan Beşiktaş’a dönen deniz otobüsündeyim. Hareket ettikten birkaç dakika sonra içerde uğultuya sebep olacak bir anons duyuyorum. Yetkili İngilizce “Dear Rahel Levi…” diye başladığı anonsta misafirimizin Türkiyeli Yahudi olduğunu bilmeden az evvel düşürmüş olduğu kredi kartını teslim edebilmek için iskelede kendilerine ulaşmalarını rica ediyor. Anons bitiminde motordaki diğer Yahudi misafirler gülümseyip “Rahel sana seslendi, duydun mu?” diye Rahel Hanım’ı uyarıyorlar. İçimden “Acaba İDO yetkilileri neredeyse her gün adalara deniz otobüsü ile seyahat eden Yahudi, Rum, Ermeni komşularını ne kadar tanıyor?” diye sormadan edemiyorum.

10 Eylül Pazar sabahı… 6-7 Eylül 1955 Olayları’nın 62. yıldönümü vesilesiyle gazeteci Serdar Korucu dostum ve konuya ilgili misafirlerimizle Taksim Meydanındayız. Serdar, 6-7 Eylül Olayları’na gelmeden evvelki süreci objektif bir şekilde katılımcılarla paylaşırken hepimiz pür dikkat onu dinliyoruz. Toplumun bir kesiminin konuyu yok sayması bir yana, sokaktan geçen birinin Serdar’a doğru kaşlarını çatmış bir şekilde baktığını fark ediyorum. Yanına yaklaşıp sessizce nasıl yardımcı olabileceğimi soruyorum. “Bu arkadaş ülkemiz aleyhinde propaganda yapıyor! Sözünü bitirsin ben yapacağımı biliyorum!” diye cevap veriyor. Grubumuzun akademisyen ve gazetecilerden oluştuğunu belirttiğimde ise “Zaten başımıza ne geldiyse bu akademisyenlerden geldi!” diye ekliyor. Neyse ki, olay daha büyümeden oradan uzaklaşıyor.

Sırf geçtiğimiz hafta 2017 yılının Türkiye’sinde, ölüye ve ölüme saygısızlık yapabilenler, Ermeni vatandaşlarımızı Kumkapı’da “Sizlere ölüm” diye taşlayabilenler hepimize 6-7 Eylül’ün acılarını hatırlattı. Peki, bu yıl Bienal’in de konusu olan ‘Komşuluk’ kavramını irdelerken bir kez daha soralım kendimize, “Komşumuzu ne kadar tanıyoruz?”. Mallarına el konmuş, bırakın dirisine ölüsüne bile saygı gösterilmemiş, bu vatana dair tüm mirası unutturulmuş bir komşuluk olabilir mi? Ülkesini, insanlarını, birbiriyle yaşamayı seven ve karşısında hiçbir şey beklemeyen komşularımızı nasıl bu topraklardan kaçırdık? Geçtiğimiz günlerde sırf Hatun Tuğluk’un cenazesine yapılan saldırının sonrasında basında çıkan haberlere yapılan yorumlar bile durumun vehametini göstermiyor mu? Daha geçtiğimiz hafta biri İstanbul’da diğeri de Diyarbakır’da iki ayrı kilise hırsızlar tarafından talan edildi. Her gün Kurtuluş’un arka sokaklarında, Aksaray’da Suriyeli sığınmacılar, siyahi göçmenler ağır şartlarda yaşamaya çalışıyor, suç odakları tarafından kaçırılıyor ve biz komşular olarak sadece izlemekle yetiniyoruz. Geçmişte yaşattıklarımız için özür dilemediğimiz ve yüzleşmediğimiz sürece ortak hafızamızda gezinmeye devam eden linç kültürünün korkusunda komşularımızı bir bir kaybetmeye devam edeceğiz. Sizce ‘iyi bir komşu’ yaşadığı olumsuzlukları hiçbir zaman dillendirmeyip, sürekli misafir gördüğünüz, hiçbir zaman bu topraklara ait olamamış biri midir? Bugün halen bazen Kurtuluş’un ara sokaklarında bazen Göktürk’te, Ortaköy’de arabasının teybini sonuna kadar açıp hızla sokaklarda gezinen gençler nasıl bir komşudur peki? Gerçek komşuluk baskın olan kültürü ve yaşam tarzını zorla kabul ettirmek midir? Yoksa o mekânın geçmişini öğrenip şimdi ile doğru bir bağ kurarak çok kültürlü bir yaşam kurabilmek midir? Hangimiz yaşadığımız semtlerdeki diğer dinlere ait ibadethaneleri de gezip komşusunu tanımaya yönelik bir adım attı şimdiye kadar? Genelleşmiş kanılarla Rumlar da zaten şöyle yaptı, Yahudiler de böyledir deyip hoşgörü ile geçiştirip durduk komşularımızı onlarca sene. Peki ya şimdi? Bir dahaki Bienal’de komşularımız tükenmeden kafayı kaldırıp onları tanımaya, anlamaya gayret gösterelim. Geçtiğimiz yıllarda yapılan bir ankete göre yüzde 64 oranındaki nüfus Yahudi komşu görmek istemediğini belirtse de, dileğim ilerde bu oranların birbirini tanıma ile düşebilmesidir.  Türkiyeli azınlık toplumları için ‘iyi bir komşu’ beraber yaşamaktan korkmayacakları ve kimliklerini gizlemek zorunda kalmadan kendilerini güvende hissedecekleri ortamı sağlayanlardır.

* Bienal’e komşu etkinlikler kapsamında 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi tarafından düzenlenen 15-29 Ekim tarihlerindeki Mois Gabay rehberliğinde “Semavi Dinlerin İzinde Galata” turlarından birine katılabilir ve bu sayede komşularımızı daha yakında tanıyabilirsiniz.

 

2 Yorum