Akılcı ‘Tanrı bilimi’ (Rasyonel Teoloji)

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı 0 yorum
2 Ağustos 2017 Çarşamba

Kutsal metinler ve hayal gücümüz, Tanrı hakkında ‘olağan-üstü’ imgeler oluşturmamızı sağlayabilirler… Ama onu “olduğu-gibi” anlamamıza bir katkıları olmaz.

Evrenin ebedi sırrını çözme, Tanrı’yı anlama arayışında, tarihsel metinlere başvurmaktansa, akıl yürütmeyi yeğ tutan bir düşünce dalı olsaydı eğer, adı muhtemelen Akılcı Tanrıbilimi (Rasyonel Teoloji) olurdu.   

Öyle bir ‘Tanrı Bilimi’ olurdu ki bu, doktrinler yelpazesinden Teizm, A-Teizm, Pan-Teizm gibi bir tanesini seçip ona ‘yazılmayı’ reddeder, Einstein’ın sözleriyle: “algılayabildiğimiz her şeyin arkasında bulunan, ama zihinlerimizin kavrayamadığı, güzellik ve ihtişamı bize ancak dolaylı olarak ulaşan”… O” esrarengiz gücü, aklın yöntemleriyle anlamaya çalışırdı.

***

Geleneksel teolojilerde, örneğin Yahudi Teolojisinde, Tanrı’nın kendisini ve buyruklarını bir Navi (peygamber) aracılığıyla ‘vahyettiğine’ inanılır…  Bu kutsal kişinin, “Tanrının bizden ne beklediğini” doğru yorumladığına güvenilir.

İnanç ve güvenin yeterli görülmediği, son sözü kanıtın söylediği rasyonel âleme gelince… Bu evrensel gücü izleyip yorumlamak için üzerinde çalışabileceğimiz tek bir mecra ya da medya vardır: Duyu organlarımızın elverdiği ölçüde izleyebildiğimiz Doğa olayları.

Çünkü aklın ufku hayal gücününki kadar geniş değildir… Sadece duyu organları -ve mikroskop, teleskop vs. gibi uzantıları- ile algılayabildikleri üzerinde fikir üretebilir… Ötesini imgeleme işini, hayal gücüne bırakır.

Örneğin, yoga yapanlarımızın ‘çakralarını’ imgelemeleri ve varlıklarına inanmaları mümkündür… Ama bunlar üzerinde, aklın itiraz etmeyeceği,  kanıta dayalı bir fikir bildirmeleri mümkün değildir. Çünkü ‘çakraların’ mevcudiyetine dair, örneğin Manyetik Rezonans Görüntüsü gibi, sağlam bir kanıt getirme olanakları yoktur.

Aklın itiraz ettiği düşünceleri kabul etmek için, bir nebze inanç, aklın itiraz etmemesini sağlamak için de, bir nebze bilgi gerekir… Bir nebze, kanıta dayalı bilgi

***

Tanrısal Yasalar/Doğal Yasalar

Sadece akla ve kanıta dayalı bir ‘Tanrı Bilimi’ olsaydı eğer, izlediği dünyadan şu sonuçları çıkarırdı:

“Tanrı’nın gerçek buyrukları, doğa yasalarında yazılıdır… İnsanın uymayabileceği Tanrı yasası olmaz!”

“Örneğin: İnsanın, özgür seçimiyle öyle karar verdiği için, yerçekimi yasasını çiğnemesi söz konusu olamaz… İnsan yapısı yasalar çiğnenebilir, iptal edilebilir… Bu yasaları çiğneyenler ‘genel afla’ bağışlanabilirler…”

“… Ama doğanın düzenli uyumunda dile gelen “Tanrısal Yasalar”, ne çiğnenebilir ne de affa uğrar… Doğa-üstü bir varlığa yapılacak bir yakarışla ‘bir kereliğine’ yürürlükten kalkması da beklenemez.”

Ağaca çıkıp kendini boşluğa bırakmasının ‘cezası’, gelecek yaşamda değil, hemen, şimdi, burada kesilir.

***

Yukarıda, Tanrı’nın kendisini bize -algılama olanaklarımızın elverdiği ölçüde- doğa olaylarında açtığını söyledim… Demek istediğim şu:

Eğer bir burnumuz olmasaydı, evrenin bir ‘koku boyutu’ olduğunu algılamayacak, dolayısıyla bilmeyecektik… Aynı biçimde, kim-bilir-hangi organdan yoksun olduğumuz için evrenin kim-bilir-hangi niteliğini algılamıyor, dolayısıyla bilmiyoruz…

Diğer yandan, burunlu bir yaratık olarak, ‘koku’ duygusu ‘dışımızda’ var mı?… Yoksa onu burnumuz mu yaratıyor?… Bunu dahi bilemeyiz… Olasıdır ki, dışımızdaki cisimlerin yaydığı bir takım ‘dalgaları’, burnumuz beynimize ‘çekici’ ya da ‘itici’ birer koku olarak ‘tercüme’ ediyordur… O cisme sokulmamız, ya da ondan uzaklaşmamız sağlamak için…

Evrenin en yüce sırrını, bu kör, sağır ve tamamen tıkalı halimizle, çözmeye çıkıyoruz…

***

(Cafe Filosofia için uyarladığım)

       

KÖR ADAMLAR ve FİL Efsanesi

Eski zamanda… Hindustan… / Öğrenmeye aç, altı insan… / Körlüklerine bakmadan / Bir fil ‘görmeye’ gitmişler / “Kişisel gözlemi olmadan” / “Zihin hoşnut olmaz” dermişler.

Birinci, çarpıp file / Serilmiş yeryüzüne / “Tanrım!..” diye haykırmış / “Fil meğer bir duvarmış!”

İkincisi ellemiş, filin güçlü dişini… / “Böyle keskin, kusursuz…” / “Fil mızraktır… kuşkusuz!”

Üçüncüsü tutunca, / Hayvanın hortumunu / Bildirmiş olgunlukla / Kesin yorumunu: / “Fil denilen bu hayvan” / “Esasında, bir yılan!”

Dördüncüsü kavramış, / Hayvanın bir dizini, / Hovardaca paylaşmış, / O engin bilgisini: / “Anlamadınız… yazık!” / “Fil ağaçtır… apaçık!”

Beşincisi, şansına… / Rast gelmiş kulağına / Bir yelpaze olması / Makul gelmiş aklına.

Yakalamış altıncı, / Hayvanın kuyruğunu / Bildirmiş amirane / Hikmetin doruğunu: / “Kuşkunuz ne gariptir” / “Fil -belli ki- bir iptir

 

 

1 Yorum